Page 9 - kayseriden_kopan_turku
P. 9

YILDIZLARI SÖYLEDIM, ANLATABILDIMSE EĞER...








            Anadolu insanının mayasında vardır türküleri sevmek, türkü söylemek, yine onların ifadesiyle eli kulağa
            atıp, hançereden çıkan yanık bir sesle; “Türkü Çığırmak”… “Karadutum, çatal karam çingenem. Nar tanem,
            nur tanem, bir tanem.” dizeleriyle başlayan Karadut adlı şiirinde Kayserili bir çingene kızına olan platonik
            aşkını ya da duygularını anlatan Türk Şiiri’nin ustalarından Bedri Rahmi Eyüboğlu, o çok bilinen sözünde,
            türkülerimize olan hayranlığını şöyle vurgular:
            “Ne zaman bir köy türküsü duysam şairliğimden utanırım.”

            Bedri Rahmi nasıl utanmasın ki? Hangi yürek yangınından çıktığı bilinmeyen, hangi çilenin ördüğü kozanın
            sessiz çığlığı, ünlü bir Kayseri Türküsündeki şu müthiş söze bakın; “Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır…”  İçten
            içe kanayan bir yürek yarasından kopan rüzgâra, boraya, fırtınaya, tufana hangi dağlar dayanabilir, hangi
            yüce dağların karı erimez ki? Dağların cürümü ne ki? Yeter ki derinden bir “Ah!” çekmesin yangın yürek.
            Yeter ki gönül hançeresinde ateşe vermesin kendini bir hüma kuşu, bir pervane.
            Dünyalar erir yalım yalım.

            Gönüldeki depremlerden korkmak gerekiyor. Gönül yüce yaratıcının evi, nazargâhı. Gönlün nazarından,
            ahından, figanından çekinmek gerekiyor. Korkmak gerekiyor. Çünkü gönlün tamiri mümkün değil. Kırılmış,   9
            paramparça

            olmuş gönlü tamir edecek usta yok. Zaten türküler de bunu anlatmıyor mu?
            “Kim gönül yıkar ise iki cihan bedhahtı” İşte Yunus’un sözü. Bu bağlamda başka söze gerek var mı bilemiyorum.

            Aslında çok sözler söylenmiştir türkülerimiz üstüne. Kayseri Türküleri için de yüreğe adeta kan gibi düşen
            öyküler anlatılmıştır. Üstelik bir değil çok sayıda öyküler.
             Anamızın sütü gibi ak, anamızın sütü gibi temiz türkülerimiz, karlı yüce dağ başlarında, başı dumanlı,
            uğultulu tepelerde, çam kozalaklarının fırladığı yaylalarda, yatağından taşmış nehirlerde yankılanmış, ha-
            yat bulmuştur. Ne söylenirse söylensin türkülerimizin, özellikle Anadolu insanı üzerinde bıraktığı etkileri
            sözcüklerle ifade etmek mümkün değil. Öyle ya! Gönül fırtınasını, kurumuş göz pınarlarını, kangren olmuş
            yaraları suskun, kurumuş, çatlak dudakların sessiz feryadını türkülerimizden başka kimler, nasıl anlatabilir ki?

            Ve biz... Bizler.
            Hangi yöreden olursa olsun, neyi anlatırsa anlatsın, çoğu zaman bir türkünün peşine düşer ve gideriz. Ba-
            zen; rüzgârın önünde sürüklenen kuru bir yaprak gibi, bir yaprak ölüsü gibi, oradan oraya savrulur gönül
            telimizin titrek nağmeleri.

             Ah! O kan-ter içindeki nağmeler.
            Nasıl da yakalar, sarsar bizi. Nasıl da yakar, kavurur, tüketir, bitirir. O,

            kimsesiz, öksüz mısraların her biri güz yağmuru olup üzerimize yağmaya, sonbahar rüzgârı olup gönlümüzde
            acı acı esmeye başlar. Çünkü bizim türkülerimiz bizi anlatır, bizi söyler.
   4   5   6   7   8   9   10   11   12   13   14