Page 12 - kayseriden_kopan_turku
P. 12
Kayseri türküsünü o yanık sesiyle ve inanılmaz bir ustalıkla çaldığı bağlamasıyla söylediğinde, İstanbul’da-
ki, gurbetteki yakınlarınız gelir aklınıza. Askerdeki oğlunuz, yâriniz, kardeşiniz. Çiftini, çubuğunu satıp
ekmek parası için büyük şehirlere göç etmiş, oralarda kaybolmuş, acı vatan dedikleri Almanya’da, öldü
mü, sağ mı bilemediğiniz babanız, eşiniz gelir. Bu ünlü Kayseri Türküsündeki gibi vefasızlık gelir. Öyle ya!
O yıllarda günümüzdeki gibi ne cep telefonları vardır ne de internetteki sosyal paylaşım sitelerinde canlı
konuşma imkânları. Yalnızca, postacının getireceği ve “Posta” dediğinde kalbinizi yerinden fırlayacakmış
gibi çarptıran ucu yanık mektuplar vardır. Hemen belirtelim: Bu türkünün sözlerinin çok güzel, hikâyesinin
son derece etkili ve duygusal olmasına rağmen, ilgi görmemesinden etkilenen Ahmet Gazi Ayhan, türküyü
eviç makamında tekrar besteleyerek bugünkü şekline getirir ve ölümsüz türkülerden biri olarak dillerde
dolaşmasına vesile olur.
Ahmet Gazi Ayhan’dan ya da kendisi gibi sanatçı olup, “Keklik” türküsünde adeta bülbül gibi şakıyan Yıldız
Ayhan’dan sadece İstanbul’daki vefasız yârin türküsünü mü dinlersiniz? Tabii ki hayır, onun derlediği yüz-
lerce türkünün yanı sıra Türkiye’de meşhur ettiği, halen dilden dile dolaşan “Gesi Bağları” ile öksüz kızın
gönlündeki fırtınayı, acıyı hisseder, adeta yaşar ve üzülürsünüz.
Çok sayıda kıtadan oluşan ve çok sayıda hikâyesi anlatılan bu ünlü Kayseri Türküsü, Ahmet Gazi Ayhan’ın
sesi ve yorumu ile en katı kalpleri bile öylesine yumuşatır, öylesine kendinden geçirir ki:
“Gesi bağlarında dolanıyorum
Yitirdim yârimi aranıyorum
12 Bir çift selamına güveniyorum
Atma garip anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime.”
Çok iyi hatırlıyorum, televizyonun hayatımıza yeni girdiği yıllar.
Yıl 1974.
Kazandığım üniversite sınavından dolayı İstanbul’dayım. Rahmetli babam ile İstanbul dönüşü Ankara Gençlik
Parkı’ndayız. Kır kahvesinde yüksek bir yere konulmuş siyah-beyaz televizyonu seyrederken babam birden
heyecanlanıyor ve yan masalarda oturanların bile duyacağı bir sesle konuşuyor:
“İşte Ahmet Gazi. Şu sağda bağlama çalan. Türkü söyleyen de hanımı Yıldız Ayhan. Gördün değil mi? Gördün onları. ”
Yalnızca rahmetli babamı değil bütün Kayseri halkını böylesine heyecanlandıran sadece türkülerimiz de-
ğildi sanırım. Onun duyarak, hissederek okumasıydı. O akşam, ilk defa onları siyah-beyaz bir televizyonda
seyretmiş, dinlemiş ama sanırım gençlik duyguları ile olacak pek bir şey hissetmemiştim.
Onlar Kayseri’de defalarca konser vermişler, Kayserililer de onları bağırlarına basmışlardı. Çünkü ticaretten
başka bir şeyden anlamayan Kayseri yargısı az da olsa onlarla önemini yitirmiş, ülkede Kayseri’den de sanatçı
çıkabileceği inancını ortaya koymuştu. Zaten Ahmet Gazi Ayhan ile birlikte ya da ondan sonra; Zekeriya
Bozdağ, Adnan Türköz gibi Kayserili ses sanatçıları radyo sanatçıları olarak görev yapmışlardı.
Sanırım 1966 yılıydı. Çocukluk çağı ya da yeni yetmelik. Düvenönü’nde bir büfeden alışveriş yaptığım sırada
arkamda bir ses duydum. Tam bir Kayseri ağzı;