Page 14 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 14

Emir Kalkan Hikâye Yarışması
            koca bir ömür bitiveriyor. Yine de bu küçük safahatın tadını çıkaracağım. Boş yere
            kederlenmeye ne hacet! Hele ki böyle bir günde… Bu şehre adım attığımızdan beri her
            şey çok tuhaf can parem. Sanki senin dizginlerini değil de Hz. Musa’nın asasını tut-
            muştum. Yalan değil, bir ara Kızıldeniz’in yatağında yol aldığım duygusuna kapıldım.
            Kenara çekilmeler, saygıyla eğilmeler, şaşkın bakışlar… Biz böyle şeylere alışık mıyız?
            Sonra bu saray yavrusuna geldik. Tam bize gösterilen teveccüh buraya kadarmış diye
            düşünürken, konakta karşılaştığımız her beşerin telaştan ve şaşkınlıktan eli ayağına
            karışıp, dili damağına yapışmadı mı? Baksana kaç zaman oldu ne gelen var ne giden.
               Dur bakalım gelen birileri var galiba. Ayak sesleri işitiyorum. Odanın koridora
            açılan girişinde iki çam yarması belirdi bile. Ne diyelim Allah yardımcımız olsun!
               Yerimden kalkıp yanlarına gidiyorum. Ardından onların peşi sıra uzunca bir
            koridoru geride bırakıyorum. Karanlık bir odaya alıyorlar beni. İki yanımdan refakat
            edip içeri buyur eden hizmetçiler gerisin geri dönüyorlar sonra. Az önce araladığımız
            kapı hızlıca açılıp kapanıyor. Bir an bir alaz parıldıyor. Kamaşıyorum ama nafile, bir
            cismin zerresine bile değmiyor nazarım. Dipsiz bir kuyuya çömelmiş bakıyor gibiyim.
            Senden daha körüm, boşlukta sallanıyorum sanki. Bir de burnuma nüfuz eden tömbeki
            kokusu ve fokurdayan su olmasa yapayalnız olduğum vehmine kapılacağım. Şüphesiz
            yalnız değilim, değilim ya, yüzünü de közünü de saklamış. Belli belirsiz bir siluetin
            ötesinde gördüğüm bir şey yok. Doğrusu çok da umurumda değil. Buraya emanetimi
            almak için çağrıldım. Büyüklerimiz vakit nakittir demişler. Ne vereceklerse versinler
            de bir an önce yollara sürüleyim.

               İçimden geçenleri okumuş gibi karanlıkta oturan adam konuşmaya başlıyor:
            Geldin mi Mustafa?

               Bu odada bir sihir var. Korkmuyorum, ürpermiyorum desem yalan olur. Ne tür bir
            oyunla karşı karşıyayım, bilmiyorum. Ama yine de omzumu düşürmeden dik durmaya
            çalışıyorum. Gücümü toplayıp sesleniyorum karanlığa:
               –Çok saygıdeğer efendi! Kıymetli zamanınızı benimle heba etmenizi istemem.
            Emanetimi almak ve gideceğim yolu öğrenmek için buradayım. Zorlu bir yolculuğa
            çıkacağım kulağıma çıtlatıldı ama…
               Devamını getiremiyorum, öylece kalakalıyorum o yarım nefeste. Aklımdan geçen
            cümleler bunlar değildi. Durduk yere bir çuval inciri berbat edeceğim bu gidişle. Ben ki
            ne beylerin paşaların huzurunda el pençe divan durmuş, sesimi kaybetmemiştim. En
            tehditkar pusulaları bile dizlerim titremeden muhatabının ellerine bırakıvermiştim.
            Şimdi gel de nezaket bilgisinden yoksun bir cahil cühelanın kılığına giriver. Olacak
            iş mi bu!



            14
   9   10   11   12   13   14   15   16   17   18   19