Page 16 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 16
Emir Kalkan Hikâye Yarışması
Kendimi yola verebildiğim mi var! Bir gözüm sürekli senin terkine takılıyor, koyun
postuna gizlenmiş o emanete, sızdırdığı kan pıhtılaşan o emanete. Allah şahidim ya,
aklım hep orada. Hiç böyle olmamıştım. Huzurum kaçtı, şüphe aklımı alıp götürdü
benden. Gideceğimiz yerin yazılı olduğu koynumdaki pusula değil de o post yol gös-
teriyor bize sanki. Ne yapacağımı bilmiyorum. O konağa geri dönmeyi düşünüyorum
bazen. Geri dönüp ne mi yapacağım? “Al şu çil çil altınlarını da huzurdan başka şeylere
ihtiyacı olan biri zavallı sebeplensin” diyeceğim o yüzü olmayan beye. Görüyorsun
değil mi bu denli çaresizim! Bunca yıldır kahrımı çekersin; beni böyle gördün mü hiç?
Anlayacağın durumumuz pek iç açıcı değil. Kim bilir bu han bize iyi gelecek, ruhumuzu
sağaltacak belki. Dedim ya, biz muhasebemizi yapalım, önümüzü arkamızı bilelim.
Bu gün üçüncü gün. Güneş üç kere batıp üç kere sökün etti. Her gün biraz daha
eridi kamer, biraz daha büyüdü karanlık. Her balkıyanda çiy düştü toprağa, her gecede
tekmil yolcular uyudu yatsıdan sabah yıldızına. Üç ayrı kapıda soluklandık. Sıcak çorba
ve arpa geçti boğazımızdan. Yine de güçten düştün, neredeyse çatlayacaktın yollara
düşmekten. Acelemiz vardı, çok geç kalmıştık, eski zamanların peşinden koşar gibiydik.
Bu yollar yabancı değil bana. Önce babam geçmişti bir Moğol beyinin peşi sıra.
Sonra da ben yapayalnız ve korkarak… O yitik zamanlar burnumda tütüyor şimdi,
içimi acıtıyor, çocukluğumu hatırlatıyor bana.
Bunca yıl geçtiği halde unutamam. Arkasına bile bakmadan tozu dumana katarak
gözden kaybolmuştu babam. Annem, Kabil ve Hasan birbirlerine sarılmış hıçkıra hıç-
kıra ağlıyorlardı. Onlardan uzakta bir taşın üzerinde ben de ağlıyordum ama ağlama
nedenlerimiz farklıydı. Beni gözyaşlarına boğan şey, babamın bizi terk etmesi değil,
giderken beni yanına almamasıydı.
Yolların kaderim olacağını daha o gün anlamıştım. İşte şimdi de son postamı yük-
lenmiş benden isteneni yapıyorum. Bir kese altına değer mi? Dikilmiş koyun postunun
içindeki emanetten sızan kan pelte pelte oldu. Açıp içinde ne olduğuna bakmaya
cesaretim yok. Elimi bile sürmedim, bıraktım atımın terkisinde öylece. Bunca yıllık
meslek hayatım da hiçbir postanın mahremine göz dikmedim, buna da dokunmam.
Bu yolculuk benim alınyazımsa yapacağım tek şey kaderime boyun eğmektir.
Bu gün üçüncü gün. Yolculuğumuzun sonuna geldik kısrağım. Kim bilir belki
de vademizin sonuna. Öyle ya da böyle bu şehir son durağımız olacak. Gıcırdayarak
ardına kadar açılan şehir kapısı muradımız olacak. Üç gündür taşıdığın yükte bir
fenalık var. Hele yükümüzden bir kurtulalım, emanetimizi sağ salim sahibine teslim
edelim. İşte o zaman dengimizi bulacağız. Kalabalığa karışıp üç kuruşa haczedilmiş
huzurumuzu esaretten kurtaracağız. Yürü, toynaklarını vura vura yürü, meyvelerini
lapa lapa döken şu incirin gölgesi tahtımız olacak. Kaldır boynunu, dik dur cancağızım,
16