Page 17 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 17

Ergün Doğan | Rüyalarının Peşinde
            bu çağ zulüm çağı olsa da, taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmasa da bilesin bizi
            karşılayan Aden Bahçesi. Methini çok duydum; sular gürül gürül akarmış burada.
            Her sokakta bir hayrat, her şadırvanda bir billur ışığı. Haneleri cıvıl cıvıl, pazarları
            bolluk bereket içindeymiş.

               Neyse bunları düşünmenin zamanı değil. Baksana konağa geldik bile. Yalnız bir
            şey var ki, söyleyemeden edemeyeceğim. Ne olursa olsun bu yolculuk bizi alelade
            olmaktan çıkardı. Gözlerin kör olsa da fark ettin değil mi? Burada da bakışlar hep
            üzerimizde. Bu şehir ahalisi de saygıda kusur etmiyor. Zengininden fakirine kadar
            kim olursa olsun selamlıyor, yol veriyor. Baksana bu konağın hizmetçisi de bizi tanıyor
            gibi. Görür görmez sorgusuz sualsiz içeri alıyor. Yediriyor, içiriyor, güneş yanıklarıma
            merhemler sürüyor kendi elleriyle.

               Sonrasını sana anlatmanın ne kadar zor olduğunu bilemezsin cancağızım. Kade-
            rin bana böyle bir oyun hazırladığını, kolumun altında tuttuğum koyun postuyla
            kabul odasına alındığımda beni orada bekleyenin nerdeyse kırk yıldır görmediğim
            öz kardeşim Kabil olduğunu nerden bilebilirdim. Ama tam karşımda duruyor işte.
            Aramızda yalnızca büyükçe bir satranç tahtası var. Saçları benim saçlarım, gözleri
            benim gözlerim, yüzü benim yüzüm. Bir an bile şüpheye kapılmadım. Karşımda
            oturan, Kabil değil de Hasan olabilir mi diye aklımdan geçirmedim. Hasan satranç
            oynamazdı çünkü. Benimle Kabil’in en büyük eğlencesi ise satrançtan başka bir şey
            değildi. Çoğu zaman yenişemezdik. Vezirleri, kaleleri, filleri değişir, atlarımızla bir-
            birimizi alt etmeye çalışırdık. Gerçek hayatta atınla hasmını alaşağı etmen ne kadar
            kolaysa cancağızım, satrançta bir o kadar zordur. Biz de bunun üzerine oyun içinde
            oyunlar oynardık. Bazen önde olan, rakibine taşları değiştirme teklifinde bulunur,
            bazense gömleklerimizi değiştirir, bu sayede birbirimizin aklından geçenleri okumaya
            çalışırdık.
               Aslında şu an da tek isteğim gömleklerimizi değiştirmek. Belki bu sayede bilebili-
            rim, neden buradayım ve öz kardeşi de olsa bir beyin sıradan bir postacıya sarılması
            doğru mudur? Kardeşim beni satranç masasına buyur ettiğinde aklımdan geçenler,
            bilmek istediklerim bunlardı.
               –Hoş geldin Mustafa. Beyazlar senin olsun. İlk hamleni oynadım bile.

               Ne yani bütün bir yolculuk, bir satranç oyunu için miydi? Usulca fildişi taşlara bakı-
            yorum, soldaki atı piyonların önüne sürmüş; ilk hamleyi bu şekilde yapmayacağımı
            çok iyi bilir. Ama elden ne gelir, emaneti sağ salim getirdim diyemeden koyun pos-
            tunu masaya bırakıp oturuyorum. Onunsa sabırsızlıkla bu anı beklediği her halinden
            belli; şahın önündeki piyonu iki kare ileri sürerek en sevdiğim girişi yapıyor. Benim
            atımı meydana salarken, kendi atını saklıyor, oyunun berabere bitmesini istemiyor.


                                                                                     17
   12   13   14   15   16   17   18   19   20   21   22