Page 18 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 18

Emir Kalkan Hikâye Yarışması
               Bir süre sessiz sedasız sürüyor oyun. Ne bir saldırı, ne bir tehdit, ne de şüphe uyan-
            dıracak bir hamle. Kılıçlar kınında bekliyor, yürekler nidalarını gizliyor. Ama hepsi
            o kadar… Sonrası tam bir vahşet! Piyonlar, filler bir bir yere seriliyor, taş üstünde taş
            kalmıyor, kaleler yıkılıyor. Daha fazla kanayan, kayıpları daha çok olan benim can-
            cağızım. Çok geçmeden de vezir dayanıyor kapıma. Ne sağa dönebiliyorum, ne sola.
            Kendi vezirim düşman hatlarında kalmış, atım ise çok uzaklarda. Kasabının önünde
            boğazlanmayı bekleyen kurbanlık bir koyundan farkım yok, çaresiz çırpınışlarla ece-
            line hazırlanan bir tokludan… Son bir umutla atıma bakıyorum; arka saflara sızsam,
            orada huzur içinde sığınağında bekleyen şahın uykularını kaçırsam diye düşünürken
            düşmanım Kabil yetişiyor imdadıma:
               –Taşları değişelim mi?

               –Olur, istersen gömlekleri de değişelim, diyorum, sanki yıllardır bu suali bekler gibi.
               Bir an bile duraksamadan yerinden kalkıyor ve kıymetli ipek gömleğini çıkararak
            uzatıyor bana. Ben de üzerimden sıyırıp veriyorum gömleğimi. Ardından yerlerimizi
            değiştiriyoruz. Oturur oturmaz göz göze geliyoruz. Karşımdaki bir başkası değil, aynaya
            bakıyorum sanki. Yıllarca babasının izini süren, ömrü yollarda geçen ben değilim, o
            sanki. Annemi ve kardeşlerimi bırakıp evi terk etmediğim hissine kapılıyorum birden.
            Buraya geldiğimden beri ilk kez konuşmak istiyorum, suçunun cezasını çekmiş ve
            karanlık hücresinden çıkarılarak azat edilmiş gibiyim. Bu sayede ürkek bir sesle
            annemi soruyorum Kabil’e. Yüzü sertleşiyor, sönüyor yüzü, gözlerini benden kaçırıp,
            sol tarafında duran koyun postuna dönüyor. Bir hizmetçi avuç içinde taşıdığı tepsiyle
            içeri giriyor tam bu sıra. Kahvelerimizi önümüze bırakıp, odanın karanlık uzak bir
            köşesine çekiliyor.

               Kabil gözlerini koyun postundan ayırmadan bir yudum alıyor kahvesinden. Yüzüme
            bakmadan nerdeyse fısıltıyla soruyor:

               –Kabil neden kardeşi Habil’in canına kıymış bilir misin?
               Cevap vermemi beklemeden devam ediyor:
               –Habil’in koyun sürüsü kendi koyun sürüsünden daha besili olduğu için, yani
            kardeşini kıskandığı için kana bulamış elini.
               Elbette biliyorum ama konuşma isteğimi kaybettiğimden susuyorum. Bu oda
            gitgide ağırlaşıyor, beni soluksuz bırakıyor gibi. Bir an önce bu oyuna son vermek
            ve buradan çekip gitmek istiyorum artık. Kahvemi bir çekişte bitiriyorum. Kabil de
            içiyor kahvesini ama daha ikinci yudumunda titremeye başlıyor eli. Fincan yere düşüp
            tuz buz oluyor. Gözleri soluyor Kabil’in, beyaza dönüyor gözleri. Ellerinde başlayan
            titreme bütün bedenine yayılıyor, yığılıp kalıyor yere, ağzından köpükler geliyor,


            18
   13   14   15   16   17   18   19   20   21   22   23