Page 254 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 254
Hasan Nail Canat Hikâye Yarışması
Kanıksadığı uçak sesleri dolduruyordu yine gökyüzünü. Hiçbir endişeye
kapılmadan, sakince kafasını kaldırdı göğe. Uzaklaşan uçakların ardında bırak-
tığı seslerin ve sislerin ortasında sanki annesi duruyordu. Ağzının kenarında
farkına varmadığı bir gülüşle selam verdi ona. Gittikçe küçülen uçağın uzak-
larda bıraktığı bombaları bir zamanlar tarlaya ektiği tohumlara benzetti. Hangi
çocukların gülüşlerini alıyorlardı acaba? Gülüşleri alıp nefret çiçekleri yetiş-
tirmeye çalışıyorlardı, o verimli masum toprakları kirletip. Şimdi ise yükselen
dumanların arasından çocuk çığlıklarından bir hortum oluşuyordu. İnsanlar
neyi paylaşamıyorlardı? Aklı erdiğinden beri savaşın içindeydi, savaşın kucağına
doğmuştu. Ama babası anlatmıştı; dünyada hatta yakınlarında bile huzurlu yerler
varmış. Neredeydi ki o yerler? Huzura gebe zamanların ebeliğini yapan insanlar
mutlaka çıkarmış. Bir gün isimleri söylenirdi ezanla birlikte elbet o zamanların
kulaklarına, on yıllık yaşantısından taşan açlığı, susuzluğu, ölümleri aşarak...
“Sabır” diye fısıldadı İsmail.
Yürümeye devam ettikçe aynı yerlerden tekrar tekrar geçtiği hissine kapıldı,
bir an duraksayıp etrafına bakındı. Uçak seslerine kulaklarını kapatmıştı artık.
Nihayet çeşme görününce hızlandığını sanarak ilerlemeye devam etti. Çeşmenin
başına geldiğinde sineklerin çeşmenin borusuna üşüştüğünü gördü. Onlar da
bir damla su arıyorlardı belli ki. Elleriyle sinekleri kovalayıp önce gözünü sonra
kulağını dayadı boruya. Bir iki akacakmış gibi sesler çıkaran borunun başında
beklemek sinirlerini iyice bozdu. Çeşmenin betonuna eliyle ayağıyla darbeler
indirirdi. Boruyu yerinden söküp atarcasına çekmeye başladı. Tekrar kulağını
dayadı boruya, artık mide guruldamasına benzeyen ses de kesilmişti. Fırlattığı
boş mavi bidonun çıkardığı seslerin verdiği acı, uçak seslerinin verdiğiyle yarışırdı
neredeyse. Sırtını dayadığı betondan güç almak ve betonun serinliğini hissetmek
istercesine ayaklarıyla arkaya doğru iteledi kendini. Uzaklaşan bidona bir süre
baktıktan sonra, belki de elinde kalan tek eşyası olduğunu düşündü. Telaşla-
narak özür dilercesine aldı bidonu. Kucağında bir bebek taşıyormuş gibi nazik
hareketlerle, ensesinde biten beton zeminin üstüne başını yasladı. Bir gözünü
kapatarak sıralanan küçücük uçakları boşta kalan eliyle sinek yakalıyormuş
gibi ezdi avuçlarında. Avuçladığı boşluktan uzaklaşan o uçaktan düşmüştü
belki de annesini alan lanet bombalar. Çaresizliğinin acısını betondan çıkarmak
istercesine dirsekledi yaslandığı yeri. Ağlamaya bile hali kalmamıştı. Annesine
sarılmak için neler vermezdi ki o an. Babasının giderken kendisine emanet
ettiği annesini kaybedeli kırk günü geçmişti. Bu da kırk gün boyunca hastalığı
254