Page 108 - İbrahim Tennuri
P. 108
Dr. Mustafa Fidan
Ayruk: Başka, artık. Behre: Hisse, pay, kısmet, nasip.
Ayık: Aklı başında. Belek: Tepe, azık ve azık konulan bez,
bebek beşiği içine yerleştirilen bez
Azl: İşinden çıkarma, yol
verme, dışarıda bırakma. Bend: Bağ, tuzak, set, bağlama.
Bende: Kul, köle.
B Berât: Rütbe, nişân, imtiyaz, ferman.
Bâç: Vergi, haraç, zorla alınan para. Berhordâr: Mes’ut olan.
Bâd: Yer, rüzgâr. Berk itmek: Sağlam yapmak,
sağlamlaştırarak dayanıklı hale getirmek. ‘
Bâde: Şarap.
Berr: Kara parçası, doğru sözlü, iyi kimse.
Bağ: Bahçe, büyük bahçe, bostan.
Bey ü şirâ: Alış veriş.
Bağ-bân: Bahçıvan, bağcı, bahçe bekçisi.
Beyân: Açıklamak
Bahâ: Kıymet, bedel, değer..
Bezl-i himmet: Yardımını esirgememek.
Bahr: Deniz .
Bî-çâre: Çaresiz
Baht: Tahih, kader, kısmet.
Bî-hadd: Sınırsız, pek çok.
Bâl: Kanat.
Bî-hüş: Şaşkın, sersem, deli.
Basar: Görme.
Bî-karar: Kararsız.
Basir: Görüp anlayan
Bî-murâd: Murat alamıyan
Bâtın: İç kısmı, gizli
Bî-temiz: Temiz olmayan, pis.
Bây: Zengin, gani
Bî-vâsıta: Vasıtasız,
Bâyi: Satıcı.
Bî-zebân: Dilsiz.
Bayrâmî, Bayramiyye: Hacı
Bayram-ı Veli tarikatından olan. Biçmek: Kesip toplamak, yarmak, bölmek.
Bâzâr: Pazar yeri. Bid’at: Sonradan meydana çıkan şey.
Becce: İnsan veya hayvan Bigi: Gibi.
yavrusu, yavru, çocuk. Bile: Birlikte, beraber.
Bednâm: Kötü adlı, adı kötüye çıkmış. Bîmâr: Hasta.
Beg: Bey. Bir olmak: Beraber olmak, birleşmek.
Beğüm: Beyim.
108