Page 16 - ibrahim_tennuri_gulseni_niyaz
P. 16

Prof. Dr. Muhittin Bağçeci | Dr. Rasim Deniz  | Şeyh İbrahim Tennûrî ve Gülşen-i Niyâz

            şâirler diyarı olduğu bilinen bir gerçektir. Özellikle Kayseri “makarr-ı ulemâ” olduğu
            gibi “makarr-ı şu’ara” olarak da bilinen bir mekândır. İbrahim Tennûrî, genel olarak
            Kayseri’de yetişen âlimlerden ilim aldığı gibi, bu şehre gelip mekân tutan şâirlerden
            de, şiir sanatını öğrenmiş ve kendini bir mutasavvıf şâir olarak yetiştirmiştir. O’nun
            yazdığı “Gülzâr-ı Mânevî” ve “Gülşen-i Niyaz” isimli iki eseri de manzum eserlerdir.
            Bulunduğu çevre hem ilim ve hem de şiir merkezi olunca, yetişen kabiliyetli insanlar
            da bu yönde hayli yol alırlar ve almışlardır.







                                          Tasavvufa Girişi
               Bir ara Erdebil şeyhlerine gitmeyi ve onlardan ders almayı düşünürken, şöhreti her
            tarafa yayılmış olan Akşemseddin hatırına gelmiş, O’nun bulunduğu Beypazarı’na
            gitmiş, fakat Akşemseddin’in Göynük’e gittiğini öğrenince O’nu, Göynükten dönünceye
            kadar bekledi.
               İbrahim Tennûrî’nin anlattığına göre; Akşemseddin Hazretleri, hem tıpta, hem de
            tasavvufta ünlü olduğundan O, gelir gelmez, halk hastalıklarından şikâyet edip ilâcını
            sormaya başladı. Halkın dertlerini dinledikten sonra her birine ilaç vererek tavsiyelerde
            bulundu.

               “Herkes dağılıp gittikten sonra biz başbaşa kalınca, Akşemseddin bana: “Şaşılacak
            şey. Her gelen beden hastalıklarından şikayet eder; içlerinden bir kişi (gönlüm hasta)
            diyen yok, (aşk devasın isteyen yok) dedikten sonra bana baktı ve: “Senin hastalığın
            nedir” diye sordu. Bende:

               “Kayseri’de müderris idim. İçimde bir ateş peyda oldu. Bu gizli derde derman aramağa
            geldim” dedim. Şeyh Hazretleri:

               “Ehlen ve sehlen (Hoş geldin safa geldin), fakat bize ne armağan getirdin?” diye
            sordu. Ben, dünyevî armağan sanıp, elimin boş olduğundan pek çok utandım ve terle-
            meye başladım.
               “Ey Sultanım. Ben, gönlü ve yüzü kara bir kimseyim, hiç bir armağanım yoktur”
            dedim. Şeyh Hazretleri benim utandığımın farkına vararak:
               “Armağan dediğim, dünya armağanı değildir. Senin, bize armağanın doğru rüyadır”
            buyurdu. Ben de: “O büyük armağandan elim boş olduğunu, yüce huzura arz olacak bir
            rüya göremediğimi” söyledim. Bunun üzerine Şeyh halvet buyurdu, şeyhin bu sohbet



            16
   11   12   13   14   15   16   17   18   19   20   21