Page 12 - Kayseri İmari Ve Mekansal Gelişimi
P. 12
12 Birinci Bölüm
faları arasında kavimlerin acı ve tatlı anıları da gömülüdür ve bunların pek azı
tarihin açık sayfalarından okunabilir.
Antik kentlerin ortaya çıkışını “Oluşum ve biçimleniş” açısından ele alabi-
liriz. Oluşumda fiziksel (coğrafi ve mekânsal) özellikler, biçimlenişte ise kent
sakinlerinin zihniyetleri, dünya algıları, inanış ve yaşayış biçimleri etkili olmuş-
tur. Antik şehirler, ulaşım koşulları, su kaynakları, savunmaya olan elverişlili-
ği dikkate alınarak kurulmuştur. Söz gelimi; Antik Mısır’ın oluşumunda Nil’in
rolü açıktır. Mezopotamya havzasında ortaya çıkan antik kentler, Fırat ve Dicle
nehirlerinin şefkatli kollarında filizlenmişlerdir. Suriye ve Lübnan kıyıları deniz
taşımacılığının, bu bölgelerdeki ormanlarda, gemi yapımcılığının zengin kaynak-
larını oluşturmuştur. Antik kentlerin birçoğu da bu yazgıyı paylaşır. Sümer, Mısır,
Fenike, Asur, Antik Yunan, Roma, coğrafyanın, fiziksel mekânın antik kentlerin
oluşumuna etkisini örneklemek için gösterilebilir.
Şehir, yerleşik hayata geçmenin üst düzey bir ifadesidir. Şehir, bir yönetim ve
organizasyon içinde olmaktır. Zarafettir, güzelliktir, kolaylıktır, uygarlıktır. İnsan
tini en iyi şehirde cisimleşir; bilim, felsefe, sanat, mimari, estetik, edebiyat, şiir,
en iyi şehirde varlık kazanır. İnsanın insanla olan adalet ve hukuk temeline dayalı
insanca ilişkisi en iyi şehirde ortaya çıkar. Şehir hukuktur, yasadır, yönetimdir,
güçtür, güvenliktir. Şehir kalptir; gücün, kuvvetin bünyeye dağıldığı merkezi
organdır. Paylaşma, dayanışma, bölüşme yeridir. Şehirli paylaşarak, dayanışma
içinde, yazılı ve sözlü kurallar içinde yaşar. Doğada yaşayan kişi ise, neredeyse
tüm ihtiyaçlarını bizzat kendisi üretmek durumundadır.
Tek Tanrılı (semavi) uygarlıklar, kaynağını aşkın bir Tanrı inancında bulur-
lar. Paganist inanç biçimlerinde ise aşkın bir Tanrı inancı söz konusu değildir.
Semavi uygarlıklar, Tanrı ile bağlantılarını koruyan ve sürdüren uygarlıklardır.
Semavi uygarlıkların içinde Yahudi, Hıristiyan ve İslam; pagan uygarlık başlı-
ğı altında ise Sümer, Mısır, Asur, Akat, Yunan, Roma toplumlarının oluşturduğu
kültürleri sayabiliriz. Antik şehirler, bu iki geleneğin izlerini taşırlar. Tıpkı in-
sanlar ve uygarlıklar gibi kentler de bu iki inanış biçimi arasında gidip gelmiş,
bu iki geleneğe göre şekillenmişlerdir. Bu anlamda hiçbir antik kent saf, tek bir
uygarlığa tek bir kavme, tek bir dile ve inanışa ait değildir. Onlar defalarca ya-
kılıp yıkılmış, defalarca yeniden yapılmışlardır. Tabii ki bunlar birden olmamış,
tarihin yavaş ve ağır sürecinde yüzyıllar, bin yıllar içinde oluşmuştur. El değiş-
tirmeler esnasında kentlerin karakterleri de değişmiş, her defasında yeni adetler,
yeni töreler, yeni inanışlar, yeni dil ve kültürler kazanmışlardır. Kuşkusuz, hiçbir
birey, kentlerin bu dönüşümünü gözlemleyememiştir. Çünkü; bir asır, bir kentin
tarihinde hiçbir şey değilken, bir insan ömrü açısından her şeydir. Antik kentler-
den bazıları, ırmakların kuruyup yok olmaları gibi binlerce yılın yorgunluğu ile
toprak altına çekilmiştir. Bazıları da karakter değişimine uğrayarak zaman içinde
evrimini sürdürmüştür. Karakter değişimine karşın, yine de geçmişin izlerinin
bütünüyle silindiği söylenemez. Bu nedenle antik şehirlerde yaşanan varoluşsal