Page 17 - kayseri_turkuleri
P. 17

1.  KAYSERİ TÜRKÜLERİ ÜZERİNE


                  Eskiden Türklerin yaşamında önemli bir yer tutan “Şölen”, “Sığır” ve “Yuğ” adı verilen törenlerde
               “ozan, kam, şaman, baksı, oyun” adlı kimselerin “kopuz” eşliğinde söylemiş olduğu “dinî-sihirbâzâne”
               nitelikteki şiirler (Köprülü 1999: 101), toplumsal yaşamdaki değişime ve dönüşüme bağlı olarak zaman
               içinde bu niteliklerini kaybetmiş ve bugün “türkü”nün de içerisinde yer aldığı halk şiiri geleneğimizin
               temelini teşkil etmiştir.
                  Türkü, çok eskiden beri Türk dünyasının müştereklerinden biridir (Yakıcı 2007: 13). Azerbaycan
               Türklerinin mahnı; Başkurtların halk yırı; Kazakların türki, türik halık öni; Kırgızların eldik ır, türkü;
               Kumukların yır; Özbeklerin türki, halk koşiğı; Tatarların halık cırı; Türkmenlerin halk aydımı ve Uygur
               Türklerinin nahşa, koça nahşisi adı verdikleri türkü, Osmanlı coğrafyasında da daha ziyade türkü adıyla
               bilinmiştir (Kaya 2014: 173; Bekki 2004: 25). “Türkçe söylenmiş şiir” anlamına gelen türkünün “Türk’e
               has” anlamındaki “Türkî” kelimesinden türediği “ittifakla” kabul edilmiştir (Kaya 2014: 173).
                  M. Fuad Köprülü’nün “Türklere mahsus bir beste ile söylenen halk şarkıları” (Köprülü 2007: 236)
               olarak tarif ettiği türkü, pekçok araştırmacının da üzerinde ittifak ettikleri gibi “ezgi” ve “beste” yönle-
               riyle kendisine has bir karaktere sahiptir (Onay 1996: 63; Elçin 1986 195; Boratav 1997: 150; Kaya 2014:
               174; Bekki 2004: 26). Edmond Saussey’nin belirttiği üzere “farklı isimleri olan çok çeşitli mahsullere”
               (Saussey 1952: 17) de türkü ismi verilmesi türkünün geçmişten beri şekil olarak çok zengin bir çeşitliliğe
               de sahip olduğunu göstermektedir. Yani mani, ninni, ağıt, koşma gibi diğer “edebî mahsuller” de ezgi ve
               beste sayesinde birer “türkü” karakteri kazanmıştır. Dolayısıyla türkünün tıpkı âşık tarzı “aruzlu türler”de
               olduğu gibi halk şiirinin diğer türleri arasında “ezgi”si ve “beste”si yönüyle kendi geleneğini yaratmış ol-
               duğunu ifade edebiliriz (Çapraz 2016: 111-119). Tabii diğer geleneklerde olduğu gibi “türkü geleneği”nin
               oluşumunda da icra bağlamının rolü ve işlevi oldukça büyüktür. Nitekim antropologlara göre türkünün
               “bir kültürün insanlarına özgü, öğrenilen bir davranış kalıbı” (Başgöz 2008: 23) olması bu durumu açıkça
               ortaya koymaktadır.
                  Bu bağlamda yazıda Kayseri türküleri öncelikle yapı, işlev, tema ve ezgi özellikleri bakımından ele alı-
               nacaktır. Sonrasında ise Kayseri’de türkünün icra ortamları (bağlam) üzerinde durulacaktır. Ayrıca türkü
               icrasında kullanılan çalgılar ve gerek ezgi gerekse güfte bakımından Kayseri’nin önemli türkü icracıları
               (=türkü yaratıcıları) da ele alınmaya çalışılacaktır.
                  Hazır yeri gelmişken bir hususu burada dile getirmekte büyük fayda görüyoruz. Pekçok türkü tarifin-
               de de yer aldığı üzere türkülerin beste ve ezgi dışında en belirgin bir diğer özelliği de “anonim” niteliğe
               sahip bir sözel kültür ürünü olmasıdır. Yani türkü, sözlü kültür ortamında ilk yaratıcısının zaman içeri-
               sinde unutulmasıyla tamamen halka mâl olmuş, Th. Kowalsky’nin belirttiği üzere tam bir “halk şarkısı”-
               dır. Dolayısıyla “türkü geleneği” içerisinde Kayseri önemli bir ibdâ ve icrâ merkezi olmakla beraber ince-
               lemeye aldığımız türkülerin hepsinin birer Kayseri türküsü olduğunu söylemek biraz önce zikrettiğimiz
               sebeplerden dolayı biraz zordur. Nitekim İlhan Başgöz’ün de ifade ettiği gibi türküde “söyleyici”nin ve
               “sosyal çevre”nin etkileri ile büyük bir “değişim” meydana gelmekte ve bu değişim, daha ziyade türkünün
               “yerelleştirilmesi” veya “kişi adına bağlanması” ile sağlanmaktadır (Başgöz 2008: 28-29). 1
                  Elbette Gesi Bağları, Erkilet Güzeli Bağlar Bozuyor, Ali Dağı Derler de Dağların Hası (Bızdık), Gine

               1) Başgöz’e göre türkülerde geçen ve türkülere köken olark gösterilen “yer” ve “kişi” isimlerine kuşkuyla yaklaşmak gerekmekte-
               dir. Zira türkülerin doğuşuna neden olarak gösterilen olaylarda görüldüğü gibi “bir bölgeden çıkmış, oranın malı gibi gösterilen
               bir türküyü, başka bir bölge kendi türküsü olarak söyleyebilmektedir.” (Başgöz 2008: 32). Bu bağlamda Başgöz’ün türkünün
               özünde ve dokusunda aslolan şeyin “yalın insan sesi” olduğuna dair şu açıklamaları türkü söyleme geleneğinde yaşanan bu du-
               rumun mahiyetini açıkça ortaya koyar niteliktedir: “Yeni insan ve yeni çevre türkü ile iyice çekişiyor, onu şurasından burasından
               değiştirerek kendileştiriyor, ondan sonra kabul ediyor. Öyle görünüyor ki, türkü kültürümüzde yerelle genel, ulusalla kişisel
               arasında büyük, uzlaşmaya gelmez çatışmalar yok. Türküler insandan insana, bölgeden bölgeye geçerken değişiyor. Ancak tür-
               künün özünde ve dokusunda bulunan yalın insan sesi susmuyor. Bu ses, yalnız türkülerin değil, tüm insanların ortak duyguları
               olmakta devam ediyor. Herder’in dediği gibi: ‘Bütün insanlar çalışıyor ve türkü söylüyor.” (Başgöz 2008: 32).
   12   13   14   15   16   17   18   19   20   21   22