Page 427 - kayseri_turkuleri
P. 427

Dr. Erol AKSOY/Dr. Erhan ÇAPRAZ


               gönlünden, kalbinden, ilminden varlık kazanarak bu dünyaya gelen insanın, o gönülden, kalpten, ilim-
               den, cennetten ayrılığının hikâyesidir. Onun içindir ki tıpkı Ney gibi insan da bu ayrılığı her an ve her
               dem hisseder, yaşar, terennüm eder. Uzaklığın ve hasretin bilincindedir insan. Cennette yaptığı hata
               sonucu tövbe etse de Hakk’a verdiği bir söz vardır. Hakk’ın kendisini gönderdiği dünyada ahdini yerine
               getirecek, ahdini yerine getirirken hem hatasına hayıflanacak hem uzaklığın hasretinde yanacak, bunu
               dua, zikir ve gözyaşı ile bezeyerek bazen bir figan, bazen bir ağıt, bazen bir yakarış olarak tecessüm et-
               tirecektir. Bu onun için bu dünyada bir hal, bir yaşama biçimi olacaktır. Belki de hüznün figanı o yasak
               ağaçtan yediklerinde, kendilerini bildiklerinde başladı. Tekrar oraya gidene kadar da sürecek. Nitekim
               sufilere göre Hz. Âdem bu dünyaya indikten sonra hem cennetten ayrı düşme ve cennet özlemi hem de
               Havva’dan ayrı düşme ve Havva özlemi ile 300 yıl ağlamıştır. Ayrılık acısına ağıtlar yakmıştır.
                  Cennette yasak ağaçtan yiyerek kendinin farkına varan insan, sesiyle ve nefesiyle tövbe ederek ya-
               kındı. Ahdetti. Aslında ayrılığın feryad u figanı ve ağıtı o zaman başladı. Belki de bunun içindir ki bizim
               türkülerde yaktığımız bu ayrılığın ağıtıdır. Yasak ağaçtan yiyen Âdem ve Havva’nın şahsında bütün in-
               sanların çığlığı, bozulaması, çırpınışıdır. Hz. Davud’un mezmurlarında saklanan hüzün, Hz. Yakub’un
               oğlu Yusuf’un gömleğindeki gözyaşı, Hz. Yusuf’un kara zindanlardaki sabrı, Tur dağındaki ateş, Mısır’da
               kör kuyunun başındaki Züleyha, Hira’daki o deruni yolculuk her daim o ilk yakarışın, çığlığın ve ferya-
               dın figanıdır. Hz. Âdem’in ağıtlarından birer temsildir. İşte türkü, insani bir duruş ve tavır olarak böyle
               bir anlama, böyle bir bağlama sahiptir. Neşet Ertaş’ın altını ve üstünü çizdiği
                  Bunca erler evliyalar
                  Türkü sever türkü söyler
                  Görür gözlü enbiyalar
                  Türkü sever türkü söyler
                  terennümü bu varoluşsal hakikate işaret eder. Peygamberlerden başlayarak, evliyalara ve dervişlere
               yapılan bu gönderme bir tesadüf olarak telakki edilemez. Bu haliyle türkü, insanın içsel yolculuğunun
               (tövbe boyutu) dışsal yüceliğe bir yakarışıdır. Öyleyse türkü, tövbeden, duadan, ağıttan ayrı düşünülemez.
                  Dünya hüznün ve ayrılığın mekânıdır. Ancak dünya (Leyla) aynı zamanda güzeli/cenneti çağrıştırır;
               çünkü güzel olarak yaratılmış, insana bir şey hatırlatmak için ayet, remz, işaret olmuştur. Öyleyse bu
               dünyada insan her daim güzelin derdinde olacaktır. Güzelin derdini ise, dağlar ile taşlar ile konuşarak,
               seher vakti yârin kapısını çalarak, gönül dağında zikrederek, yârin hasreti ile yanıp tutuşarak dile getire-
               cek, hayatının merkezi kılacaktır.
                  Diğer taraftan dünyada gurbettedir insan. Bu yanıyla türkü, gurbetin sesidir. Türkü, cennette mu-
               hayyilesinde/hatırında kalan sesin taklidi ile bu hayatta yaptığı yolculuğun sesi ve nefesidir. Ses ve nefes
               ise gayb’ın eşiğidir. Gönül bizim geleneğimizde Allah’ın evidir. İnsan ise Hakk’ın binası. Öyleyse türkü,
               gören için tecellideki nefes ve ahenk, tezahürdeki ses ve ritimdir.


                  Dua/Zikir/Ayin Eksenli Bir Yolculuk
                  İnsanın türkü ile yakarışı hakikatte yaratıcıya yönelişten başka bir şey değildir. Hz. Davud Aleyhisse-
               lamın mezmurlarını okuduğunuzda, bir insan ancak böylesine yakarabilir dersiniz. Uzaklığın, hasretin,
               kavuşma isteğinin, sabrın şiirin de ötesinde sanki bir feryad u figan boyutunda terennümdür mezmurlar.
               Allah’a peygamber vasıtası ile nasıl gidileceğini gösterir. O bu açıdan bakıldığında bir ilahidir ve hakkın,
               hakikatin söylemidir. Ancak insan açısından, söyleniş ve hitap biçimi ile içsel bir musikidir. İnsanın
               özünün öze akmasıdır. İnsanın özünün öze akması ise zikir ile olur. Zikir Hakk’tan gayrısını yok ederek,
               hakikat yolunda Hakk’a ulaşma çabasıdır. Dolayısıyla hem ayinsel yönü hem de söyleniş biçimi ile gön-
                                                                                                       427
   422   423   424   425   426   427   428   429   430   431   432