Page 429 - kayseri_turkuleri
P. 429

Dr. Erol AKSOY/Dr. Erhan ÇAPRAZ


                  Kalkın semaha dönelim
                  Zuhurdaki ahenk ve ritim ancak aşkla bilinir. Aşkla bilinen ancak gönül dili ile aktarılır. Gönül dili
               ise gönülden gönüle giden yolun yolcularınca söylenen türkülerdir. Bundan dolayıdır ki Mevlana musi-
               kiyi cennetin kapılarının sesi ile temsillendirir.
                  Türkü metafizik bir dile sahiptir. Bunun içindir ki insan tabiatın türküsünü dinleyerek kendi tür-
               küsünü oluşturur. Çünkü türküsü olmayan insan yolda değildir ve neyi kaybettiğinin farkında olamaz.
               Tabiatın dilini bilmeyen de türkünün dilini oluşturamaz. İnsan rüzgârla konuşmayı öğrendiğinde, suyun
               sesini anladığında, ırmağın telaşını hissettiğinde, türküsünün anlam boyutunu daha da özden yaşar. Ta-
               biatta her şey Allah’ın bir isminin tecelli ve tezahürüdür. Dolayısıyla onların söyledikleri, sesleri, nefesleri
               Hakk’ın tecellisidir. İnsanda hata olmakla birlikte tabiatta hata olmaz. Tabiat insanı yanıltmaz.
                  Dağın buluta sevdasını, ırmağın denize akarken ki telaşını, rüzgârın yapraktaki sevincini, yağmurun
               toprağa katılışındaki titreyişi bilen türküyü de bilecektir. Çünkü tabiatın türküsüdür insanın özünden
               akan. Dağdan buluta, ırmaktan denize, yağmurdan toprağa yakılan türkü, insanda ise gönülden gönüle
               yoldur.
                  Şiir ve musiki anlamın kelimelerden ve kavramlardan kurtulma çabasıdır. Bu anlamda türkü ve şiir
               aynıdır. Genel itibari ile şiirsiz türküye rastlansa da anlam itibari ile “şiirsiz” türkü olmaz. Sadece sese,
               nefese, inlemeye, ünlemeye dayalı bir türkü bile anlam olarak içinde bir şiir taşır. Şiir sözcüklerin bir
               ritimde ayinsel bir şuurla bir araya gelmesiyse, türkü de o şiirin ve duyguların aynı ritimde ayinsel bir
               şuurla bir araya gelmesidir. İnsan için aracılardan kurtuldukça Hakk’a yaklaşılır. Aracıların aracı olması
               dolayısıyla araçsallığı kalıcı olamaz. Her aracı aracılığını yapar ve insanı yolculuğunda bir üst makama
               taşır. Türkü ve şiir ise artık aracılıksızlık halidir. Onun içindir ki sözlü veya sözsüz türkülerimiz Hakk’ın
               eşiğinde söylenen, nefesten sese gelen teslimiyet ve aidiyettir. Bu hengâmede kelamı ortadan kaldırmak,
               uzaklığı, ayrılığı, dünyayı ortadan kaldırmaktır. Sese karışmış kelam kalemden soyunduğu gibi, kelime-
               lerden ve kavramsal niteliklerinden bile soyunur ve o sadece mana boyutunda bir ses bir nefes haline
               gelir. Müziği kozmik ahengin ve ritmin tecellisi olarak gören Konfüçyüs toplumu ve hayatı anlamada
               müziğin bu metafizik boyutunun altını çizer.
                  Destanların, hikâyelerin, masalların, menkıbelerin, cenknamelerin şiirsel ve türküsel bir formda ta-
               şınması dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Şiirleşen duygu ve türküleşen ses ve nefes insanı vecd boyutuna
               götürür. Geleneğimizdeki Hz. Ali cenknameleri, Battalgazi destanları etrafında oluşan ortak bilinç ve
               şuur önemlidir. Bu yanıyla şiir, türkü, ses, ritim ve ayin bütünleşmeyi sağlar ve tevhidi, yekpareliği temsil
               eder. Ortak dil, hafıza ve metafizik insanı ve toplumu aynı bütünün içine alır. Bunu da en yalın biçimde
               türküler gerçekleştirir.
                  Müzik ruhun gıdası olması itibari ile bir tedavi aracı olarak da kullanılmıştır. Bu durum onun me-
               tafizik boyutu ile ilgilidir. İnsanlık tarihi boyunca şifahanelerin neredeyse tamamında müzikle tedavi
               yöntemleri var olagelmiştir. Farabi Musiki kitabında hangi makamların hangi hastalıklara iyi geleceğinin
               derin ve uzun analizlerini yapar. Nitekim dinlediğimiz veya söylediğimiz bir türkünün sonucunda yaşa-
               dığımız hal, bir ortak şuur ve bilinç halinden başka bir şey değildir. Onun insana verdiği huzur ve sükûn
               hali ise teslimiyetle ilgilidir.

                  Bir İnsan Hikâyesi
                  Ahmet Hamdi Tanpınar bizde roman yoktur lakin eğer romanımız veya hikâyemiz aranacaksa türkü-
               lerde aranmalıdır der. Aslında bu söz birinci bölümde zikrettiğimiz insanın bu dünyaya geliş, bu dünya-
               da yaşayış ve bu dünyadan yeniden geldiği yere gidiş hikâyesinin veciz bir biçimde özetinden başka bir

                                                                                                       429
   424   425   426   427   428   429   430   431   432   433   434