Page 190 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 190

Emir Kalkan Hikâye Yarışması
            marifetinde pek maharetli olduğuna kanaat getirmiştim. Fakat boyu ancak bir san-
            dalye kadar uzamış, turuncu kafalı ve yüzü çilli bir mendilcinin telkiniyle, bu adamın,
            kendi aklıyla aklından kurtulduğunu anladım. ‘Acaba hangi dünyadan?’ diye düşün-
            düm. ‘Çağırsam benimle çekirdek çıtlatır mı? Karısı, çocukları filan? Vay, ayakkabısı
            ruganmış. Sakalları da epey güzelmiş valla. Suphi’nin sakalı da böyleydi. Kestirdi mi
            acaba? Babasının emektar çökelekçisini lokanta yapacaklarmış.’ Ben kafamda bu
            düşünceleri istiflerken o, parmak uçlarında yükselmeye çalışıyordu. Ellerini iki yana
            açtı ve kalabalığa sesleniş konuşması yaptı: – Eğer adı Gül olan bir sevdiğim olsaydı
            abiler, ona hep Gül’üm derdim. Kaşlarının ayarsızlığı dikkatimi dağıtıyordu. Koşar
            adım yanıma geldi yine. Bunca insan arasından neden beni seçersin ki? Dudaklarını
            büzüp tek parmağını havaya kaldırdı: – Gülüm bak bu minare. Paçasını dizlerine kadar
            çekti: – Gülüm, iki kaşının arasına hiç mahya gerdin mi? Başını gökyüzüne çevirdi,
            burun deliklerini gördüm: – Bak gülüm, Receplerden sonra bizim oyunları Şabanlar
            sobeler. Oynamak ister misin? Ahalinin yayvan gülüşleri arasında, adama, bana mı
            diyorsun der gibi baktım. Arada Battal gibi ortaya atılıp tumturaklı laflar söyleyenler
            de oluyordu tabi. Fakat sevgili okuyucu, bu tumturaklı sözleri çok lüzumlu ve çok sırlı
            bulduğumdan, sana söylemeye kıyamıyorum. İyisi mi? Çeyizime saklayacağım. Adamın
            az önceki hüzünlü havası dağılmıştı. Sırıtmaktan dişleri görünüyordu. Artık üzülmü-
            yor aksine şakalar yapıyordu: – Latife ediyorum yahu. Şimdi Latife kim diyeceksin.
            Karşı komşumun kızı. Dün annesi sarma sarmış. O da sağ olsun iftarlıktır diye kapıma
            kadar getirmiş. ‘Garibin sofrasında çeşit bulunsun.’ demiş annesi benim için. Nerden
            bileyim. Bunun niyeti başka demişti de Tornacı Rıfkı’nın yeğeni. Sonradan anladım
            tabi. Adam bunları söylerken kalabalığın arasında dolaşıyordu. Birinden ateş istedi.
            Ağzındakini yaktı, derin bir duman çekti ve devam etti: – Ah ah, siz bilmezsiniz abiler,
            ne anasının gözüdür bu Latife. Valla yılanı bile geri viteste deliğine sokar. Neden
            diyeceksiniz. O gün kapıma gelmişti yine. Ben de bön bön bakıyordum suratına.
            Birden ‘Portakal ağacı dikmeliyiz’ dedi, ‘karnım büyürken güzel bir şeye bakmak
            istiyorum.’ Hayda… Şaşırdım tabi. Kim olsa şaşırır. Şakadır diye ‘limon ağacı vereyim’
            dedim. ‘Yok, olmaz’ dedi. Kaşınsam mı, düşünsem mi derken ‘portakalı kapının eşiğine
            mi dikeceksin Latife’ dedim. ‘Toprak her yerde topraktır. Mezarda, tarlada, eşikte…
            Hem ben değil, biz dikecez’ dedi. Derin bir duman daha çekip yumruğunu sıktı: – Tabi
            Latife böyle deyince bende şarteller attı abiler. Celaliyet damarım kabardı. Çok şiir-
            lendim. Üzerinize afiyet biraz da bağırdım sanki. ‘Akıllı ol Latife, beni şiirlendirme’
            filan dedim. O avazı çıktığı kadar kahkaha attı. ‘Şiirlensen ne yazar, şiirli kabadayı,
            kelimelerin benim tutsağım.’ Hak verdim. Latife bahsini burda kapatıyorum abiler.
            Soru sormak yasak. Ciddi bir tavır aldı. Ellerini dirseğinden bağladı. Çenesini yukarıya
            kaldırıp, bacaklarını bir omuz boyu açtı. – Biz boş tencerelere kaşık sallarken gibi
            düşünün abiler. Lortlar kamarasında geceydi. Bayramlık terziler denizden kumaş



            190
   185   186   187   188   189   190   191   192   193   194   195