Page 195 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 195
Muharrem Akça | Uzun Gecenin Sabahı
nardı. Tatlı bir cilve, edalı bir ateşti. Düşeceği bir ateş yakacağı bir yürek vardı. Eli
soğuktu. Soğuk, narin, pürüzsüz. Yontulmuş bir taş gibi. Taş mı, dedim. Hayır, sanem.
Affet tanrım. Benim kızım bir sanem, bir melek, tanrıçalar tanrıçası. Başına çiçekler-
den bir taç koymalıydım. Onu bağ bozumlarında tatlı sesiyle şarkılar söylerken…
Şarkılara, neşeli, oynak, çapkın şarkılara eşlik ederken... Şarkılar kadar onu bir ceylan
gibi sekerken… Başında çiçeklerden bir taçla… Dans ederken... Ah uçarı, hayat dolu
masum bir kızken… Masumken mi, dedim. Şimdi masumdan daha masum, günahtan
beri. Azize Sofia aşkına. Meryem gibi kutsa onu tanrım. Kızım, Eftalia’m. Baba. Baba
ben… Yüce Babamız! Ben diyen solgun dudakları… Ben diye hafifçe açılırken siyah
kirpiklerinden sicim sicim dökülen yağmur taneleri. İri iri. Gözleri de iri iri. Böyle bir
gözyaşı, böyle bir dua var mı? Nasıl bir acıya düştüm? Dayanma gücü ver bana. O an
geçmiş canlanıyor gözlerinde. Lavinia ile üzüm bağlarından dönerken aşk dolu bakış-
maları, düğün merasimleri, Yokuşbaşı’ndaki iki katlı evleri, ilk bebeğini kucağına
alışı. Adı Barbara olsun. Barbara ona bir azize adı gibi geliyordu. Karısı Lavinia anne-
min adını koyacağım diye ısrar edince kıramamıştı. Eftalia olsun madem, demişti.
Yorma kendini kızım. Su iç biraz hadi. Konuşmalıyım baba. Senden son bir isteğim
var. Elbette kızım. Eftalia, çocukken olduğu gibi boynundaki haçı avucuna alarak
sımsıkı yaptığı yumruğunu babasının ellerinin arasına koydu. Surp Kirkor biliyordu
ki son isteği çok büyük bir şey olacaktı, çünkü bu yemin ver demekti. Senden kolay
bir şey istemeyeceğim. Elleri kızının elini sardığı, sımsıkı sardığı ve iki el tek yumruk
haline geldiğinde… Tek yumrukla bir ahit vermiş olacaklardı. Ne isteyecekti ki?
Gençliğinin son ve uzun gecesinde. Gece ki bir örtüydü. Örter miydi acıları da? Bu
uzun gece sabaha çıkar mıydı? Bağışla beni baba. Tanrım da affedecektir. Nazlı cey-
lanın yine şımarıklık peşinde. Gülümsemeye çalıştı. Nazlı ceylanı ağa tutulmuştu.
Hangi avcının zalim okuydu havada vızıldayıp duran. Yavaşça eğildi kızına. Gülümser
gibi yaptı, sakallarını sıvazlamak için uzandı narin eller. Hep öyle yaparlardı. Eftalia,
sakallarına uzandı, ılık nefesi yüzlerine değdiğinde bir kelebek hafifliğinde, bir o
kadar hercai öpücüğü yanağına kondurdu babasının. Surp Kirkor, kızını belki de son
kez kızıl kâkülleri dökülen perçemlerin örttüğü alnından öptü. Şerefine leke sürece-
ğim, biliyorum. Sana zor gelecek. Çok zor. Ömrümün en ağır arzusu. Arzumu yine de
senin yerine getirmeni istiyorum. Ölüme giden kızın Eftalia’nın son isteği bu. Yapa-
caksın değil mi? Söz ver baba. Aya’m diye diye sevdiğin meleğin, Barbaracığın için
söz ver. Bakire Meryem aşkına! Gençliğinin son ve uzun gecesinde ne isterdi ki? Gece
karanlıktı hep. Gece ki bir örtüydü. Örterdi her şeyi. Bu anı da örter miydi karanlık,
saklar mıydı koynunda ebediyen? Hayır, diyemezdi kızı solgun yatarken. Yaşlı ve
nasırlı eli, kızının yumruğunu sımsıkı sardığında… O anda yemin geri dönülmez bir
ahit olmuştu artık. Geri dönemezdi. Mum yanıyor. Yanarken ışığı, odadan ziyade
Eftalia’nın yüzüne düşüyor. Ani esen bir yel tahta pencereyi aralıyor. Soğuk bir esinti
195