Page 197 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 197
Muharrem Akça | Uzun Gecenin Sabahı
ferahlarım. Aklından geçen ne evladım? Payitahta varıp Ocağa katılacağım. Seferlere
yazılacağım. Belki ruhum şahadetle felah bulur. Belki bir teselli… Cafer’im, gitme,
diyecek oldu. Sustu Şah Rumi. Gitme dese, kalmakla ne ederdi burada? Çürüyüp
gitmez miydi bu medresede? İçindeki yangınla soluğu hangi meydanda alırdı? Hangi
toprakları dolaşırdı? Demek gidecek olanın vakti gelmişti. Biz nasıl gittiysek Cafer de
gitmeli. Gittiği her yere bahar çiçekleri götürmeli. Gönlündeki aşkla yüreklere selamet
esinlemeli. Günlerdir acı içinde gerilmişti zaten. Hazırdı. Kıvamını tutmuştu işte.
Hey Baba Cafer. Yiğit derviş! Şu medrese önünde at biner, cirit atardın. Meydan seninle
şenlenirdi. Gülerdin. Sen at binince kısrak şaha kalkardı. Attığın her cirit, mızrak
olur, hedefine koşardı. Eğlenceyi severdin. Rumların eğlencelerine, şenliklerine
katılırdın. Rum arkadaşlarından dillerini de öğreniverdin. İçinde hep bir çocuk ruh
depreşir dururdu. Ham idin, yanma vaktine erdin. Ne çabuk. Ayrılık vakti ne de erken
geldi böyle. Estağfurullah Pirim. Hallaç pamuğunda yün idim. Elinizde eğrildim.
Nakış olup resme durdum. Lakin… Lakin ateş başka yerde yandı. Meşaleyi el tutuş-
turdu. Ateş başka yerde yandı dersin. El değil, elin elidir o ateş. Biz, insanız. İnsan. O
el dediğin de insan değil mi? Senden aşağıda mı sanırsın o eli? Ne haddime Pirim.
İnsanlığına değil, dininedir sözüm. Bilmez misin sen? Onlara ehli kitap denir, kâfir
değil. Onların suçu İsa’nın izinden gitmek mi? Korkma oğul. Dini de, papazın kızı
olması da seni ümitsizliğe düşürmesin. Nasıl düşmem. Surp Kirkor, izin verir mi
sanırsınız? Elbette verir. Kızına hayır diyemez. Hayır, demiş. Hem de ne hayır ki yemin
ettirmiş kızına. Ben ölmeden evlenmeyeceksiniz diye. Siz de çok iyi bilirsiniz ki o
inatçı herif yemininden dönmez. Öyle mi demiş? Eftalia da kendini kiliseye adamaya
ant içmiş. Azize olacağım, madem Cafer ile evlenmeme izin vermiyorsunuz, ben de
bundan sonra kimseye eş olmayacağım, diye ahit vermiş. Kirkor da kabul etmiş. Yani
Rumi Baba, kavuşmak ahrete kaldı. O sebepten buralarda duramam artık. Yananlar,
olgunluk tacını çabuk giyerler. Git oğlum. Yaşlı Akşemseddin hocaya selam götür
bizden. Sana yardım eder, kol kanat gerer. Git Cafer’im, gözümün nuru! Biz ateşi
buraya kadar getirdik. Sıra sende. Sen bu meşaleyi deniz ötesine taşı ki yandığına
değsin. Yolun açık, Mevla yoldaşın olsun. Şahın huzurundan çıktı Cafer. İzin almış
olmanın şaşkınlığı ve hüznüyle odasına girdi. Yün çorabını giydi. Çizmelerini ayağına
geçirdi. Kalın abasını kuşandı. Sarığını sardı. Pencerenin pervazındaki sandığı açtı.
Keten beze sarılı kızıl gülü aldı, kokladı. Eftalia vermişti bu gülü üç yıl önce. Bir bağ
bozumu şenliğinde. Arkadaşı Mihalis çağırmıştı onu. Gün boyu isirge, mercan, tilki
üzümleri toplamışlardı sepet sepet. Sirkelik, pekmezlik, şaraplık. Toplanan üzümleri,
kara kara üzümleri küçük havuzlarda ezmişlerdi şarkılar söyleyerek. O şenlik günü
çiçeklerden bir taç yapıp başına takmıştı Eftalia’nın. Eftalia da saçları gibi kızıl bir gül
vermişti ona. Gülümseyerek “eğo esena pola ağapo” diye haykırmıştı. O kızıl gülü,
saklamış, kurutmuştu, özenle sarığının sağ yanına iliştirdi. Odasından çıktığında
197