Page 199 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 199
Muharrem Akça | Uzun Gecenin Sabahı
biri benim evimin sahibi olamıyor. Niçin? Niçin baba? Eftalia haklıydı. Cafer kilisenin
inşaatında canla başla çalışmıştı. Yorulmadan, durmaksızın. Çekiç sallamış, taş yont-
muştu. Kilise tanrının evi değil miydi? Önceki yıl yangınla kül olmuştu kilise. Kaç
zamandır çan sesi duyulmuyor, Pazar ayinleri yapılmıyordu şehirde. Nasıl da üzülü-
yordu iki senedir. Ahşap bina çabuk alev alıp küle dönüvermişti yangında. O vakit
karar vermişti, taş bina olacaktı yeni kilise. Yokuşbaşı semtinin zenginleri kadar dindar
Rum halkı da elinde avucunda ne varsa bağışlamıştı kilise için. Kilise çanı da kalay-
lanıp parlatılmış, usta demircilerin elinden neredeyse yepyeni çıkmıştı. Duvarcılar
tutulmuş, Taşan dağının kuzey yamacından sarı taşlar kesilmişti. Eskisinden daha
görkemli bir bina yükselecek, çan sesi yeniden duyulacaktı işte. İlk kazma vurulduğu
gün gelmişti Cafer. Üstelik başka dinden olduğu ve ayıplanacağını bildiği halde! Elinde
kazma gün batıncaya kadar temel kazmıştı. Yorulmuyor, susamıyor, acıkmıyordu. Az
soluklan diyenlere inat çalışıyor, çalışıyordu. Güzel yüzlüydü, yakışıklıydı. Güçlü,
kuvvetliydi. Surp Kirkor, işin içinden çıkamıyordu. Dinler mi katı kurallara sahipti,
insanlar mı dini, kuralların katılığında boğup duruyorlardı? Kilise için çalışırken, taş
kırıp duvar örerken, çanı kuleye asarken kimse yadırgamıyordu Cafer’i. Kendisi de
sevinmişti. Aynı tanrıya ve onun gönderdiklerine inanıyor, aynı tanrıya el açıp dua
ediyoruz papaz efendi, demişti. Tanrı neden şimdi sevgi olamıyordu peki? Kızımı ona
vereceğim. En azından şimdi son arzusunu yerine getireceğim. Kısır döngüden ani
bir kararla kurtulmuştu. Dik durmalı, kararından vazgeçmesini salık verenlere kulak
asmamalıydı. Kiliseye geldiğinde ayin hazırlıkları bitmek üzereydi. Çan bir kez daha
acıyla inlediğinde duaya başladı. Kutsal kâseyi sağ elinde, haçı sol elinde tutarak
zümrüt tacı kızının başına koydu. Merasim bittiğinde dört gence tabutu omuzlarına
almalarını işaret etti. Gecenin karanlığında ayaza rağmen yola koyuldular. Kilise
cemaati de azize bildikleri Barbara için fenerler yakarak yolu aydınlatırken Surp Kirkor,
kendinden emin bir sesle mezarlığa değil Sultaniye Medresesine gideceklerini söyle-
diğinde kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Yükselen homurtular, neyse ki acılı bir babayı
engelleyecek kadar gür çıkmamıştı. Medresenin önüne geldiklerinde Surp Kirkor,
Rumi Baba’yı kapıda gördüğünde hiç şaşırmamıştı. Şah Rumi, ayaza, uzun süren
geceye rağmen gelecek olan misafirini bekliyordu. Eftalia, Sultaniye Medresesi’nin
kapısına bırakıldığında diller tutulmuştu şaşkınlıktan. Ne olacaktı bundan sonra?
Cafer nerede? Çağır gelsin Rumi Baba. Geç kalmadın mı Kirkor? Keşke sağken getire-
bilseydim. Kızımın son arzusu sizin adetlerinizle... Ötesini demedi. Diyemedi. Kirkor
Efendi, dedi hazret, gençler kızımızı Tuzpazarı’na götürsünler. Her iki cemaat de oraya
ancak sığar. Onu büyük bir kalabalıkla uğurlamalıyız. Biz gidiyoruz. Kızım artık
sizindir, diyebildi. Gitmek mi? Azize Barbara senin kızın bizimse misafirimizdir Kirkor.
Onu son yolculuğuna gelin hep birlikte uğurlayalım. Tanrı merhamettir, sevgidir.
Hem Aya Daradara, bundan sonra Azize Barbara adını almalı. Sen ben deyip durma-
199