Page 204 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 204

Emir Kalkan Hikâye Yarışması
            yanılıyorlar. İnsanın ölümün ne demek olduğunu anlaması için kimi zaman iğrenç,
            pis, ince bir dergi kapağına bakması yeter.
               O derginin elime nasıl geçtiğini merak ediyorsundur. Bilirsin, öyle şeylerle asla
            ilgilenmedim. Ama anlarsın ya, onu bulmam çok da şaşırtıcı değildi, evde birçok
            hizmetkâr oğlan vardı ve ayrıca seyisin şu haylaz, çökük avurtlu çırağı da daha o yaşta
            kadınların gizlerini usul usul merak etmeye başlamıştı. Sana şunu tereddütsüzce
            söyleyebilirim ki, senin haricinde zaten çok da büyük dalgaları bulunmayan, küçük
            beyaz köpüklerle dolu ömrümün en kötü anlarından biriydi.

               Ön bahçedeki kuru yaprakları süpürüyordum. Çocukken yaprakları süpürmesinler
            diye annene nasıl yalvardığını hatırlıyorsundur. İkimiz ev akşam giysisini giyinip
            yemek çanını kemerine iliştirirken o yaprak yığınlarının arasında oturur, inceden bir
            ninni gibi tüten göğü seyreder, kısık sesle konuşurduk. Daha doğrusu sen konuşurdun,
            ben dinlerdim, benimle konuşmayı en çok bu yüzden severdin zaten. Evde seni böy-
            lesine dikkatli, sorgusuz, yargısız dinleyen benden başka kimseyi bulamazdın. Hani
            bir kere bana o büyük, uçsuz bucaksız gözlerinle bakmış, yapraklar diz kapaklarına
            değin çıkarken “Saatler,” demiştin, “Biliyor musun, eğer küçük deli bir kız kalkıp bütün
            sesleri sustursa ve geriye sadece saatlerin sesleri kalsa ne duyardık? Ne duyardık, bili-
            yor musun? Ben biliyorum, evet, bütün saatlerin saniyeleri birbirinden farklı anlarda
            saydığını. Biri bir dakika geriye vururdu, bir diğeri birkaç saniye ileride olurdu… Ve
            bir diğeri, zamanı bir gün geriden saymakla meşgul olurdu. Tıpkı kalplerimiz gibi. O
            zaman sana saatin kaç olduğunu sorsam ne derdin? O zaman zamanı bu kadar emin
            bir şekilde söyleyebilirler miydi? O zaman doğum günlerinin bir anlamı kalır mıydı?
            Başka bir yerde benimle aynı gün doğmuş küçük, deli bir kız için yıl on üç ay olamaz
            mı, o zaman hangimizin doğum günü doğru olacak? Hangimizin saati? Bu benim
            kalbime doğru, seninkine yanlış demek kadar saçma bir şey. Anlıyor musun, gerçek-
            ten anlıyor musun?” İkimizin bakışları da yemek odasının camlarına gitmişti, orada
            aile dostlarının senin için gönderdiği doğum günü hediyeleri koca bir yığın halde
            pervaza dek yükseliyordu. İpek elbiseler, saç fırçaları, çoğu aşk ve matematikle ilgili
            kalın kitaplar ve daha bir dolu şey vardı, sen hepsinden nefret ediyordun. Hepsinin
            suratına örtülen taş kapılar olduğunu söylüyordun, doğanı sınırlayan şeyler, kurabiye
            kalıplarına benzeyen, içi boş, anlamsız şeyler. “Bunun kolay bir yolu olurdu, sevgilim.”
            diye yanıtlamıştım seni. “Bütün saatleri durdururdum.”
               Gülümsemiştin.

               Ve ben, seni yılın on üç ay sürdüğü bir yerde bile görsem, ister bir savaş meyda-
            nında, isterse bir kum saatinin dudakları arasından, o gülümsemeyi her ne olursa
            olsun tanıyacağımı düşünmüştüm.



            204
   199   200   201   202   203   204   205   206   207   208   209