Page 209 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 209

Melisa Yılmaz | Üflenmemiş Rüzgarlar
               Sen hiç kimseye o geceden söz edebildin mi? Hiç arkadaşın, sevgilin, güvendiğin
            biri oldu mu hayatında gerçekten? Ah, nasıl da güzel bir geceydi, ben ömrümde gökte
            hiç o geceki kadar çok yıldız görmemiştim…
               Ev son birkaç haftadır olduğu gibi sessizdi. Ama huzurlu, sakin bir sessizlik değildi
            bu, her an patlamaya hazır, pis bir gübre yığınına benziyordu, tozluydu, üstü örtülmeye
            çalışılmıştı, son ana dek duvar köşelerine itelenip duracaktı. On yedi yaşındaydın, çok
            güzeldin, çok farklıydın… Ama hala o küçük Deina’ydın, benim küçük Deina’m. Ne
            var ki artık iflah olmaz farklılığın, kimselere benzemeyen bütün o tavırların bir tür
            hastalık gibi algılanırken, bir yandan da insanları anlamadıkları bir biçimde etkiliyor,
            şaşırtıyor, hayran bırakıyordu. Seni istiyorlardı; güzelliğini narin bir çiçeği kökünden
            sökercesine alıp koyunlarına sokmak isteyen kır saçlı tüccarlar vardı, babanın iyi
            arkadaşları, şerefli askerleri, sadık adamları vardı… Kasabaya sadece babanı ziyaret
            etmek için uğrayan, paçalarından servet ve güç damlayan büyük efendiler ve onların
            sana aç oğulları vardı. Senin onlara karşı takındığın hiç sarsılmayan o kayıtsızlığa,
            bilinçsizce herkesle arana koyduğun taş duvarlı mesafelere rağmen, seni isteyen
            gereğinden fazla kişi vardı ve bu durum anneni bile bunaltmaya başlamıştı.
               Elbette sonunda bir gün, şu melon şapkalı heriflerden biri daha babana seninle
            evlenmek istediğini söylediğinde patladın ama seninki bir volkan püskürmesi, bir
            taşkın ya da taş üstünde taş bırakmayan bir deprem değildi. Büyük yemek masasında
            sakince ayağa kalktın, üzerinde dar bir binici pantolonuyla beyaz bir bluz vardı, hiç
            unutmam. Yüzünü peçesinin ardından henüz çıkarmış kutsal ay ışıklarını yüzüne
            vuruyor, saçların şamdanların alevinde bir yığın altın gibi parıldıyordu. “Benimle
            evlenmek istemeden önce, benimle evlenmek istediğinizi bana söylemeniz gerekti-
            ğini öğrenmelisiniz.” dedin adama, su gibi berrak bir sesle. “Benim sahibim babam
            değildir. Ve başka kimse de olmayacaktır, hele ki sizin gibi biri. Şimdi, lütfen evimizi
            terk eder misiniz?”

               Kadehleri doldurmakta olan hizmetkar donakaldı, annenin mendili elinden kayıp
            ayaklarının dibine yuvarlandı. Ve baban, çıkık alın kemiğin sağ yanında atmaya başla-
            yan bir öfke damarıyla, sandalyesini gürültüyle itip ayağa kalktı. “Beyefendiden özür
            dile, Deina!” diye emretti, buz kadar keskin ve soğuk sesinde birkaç hiddet kırıntısıyla.
               “Lüzumu yok, efendim.” diye araya girdi melon şapkalı adam, peçetesini katlayıp
            çatal bıçağının yanına bıraktı, hizmetkarlardan birine paltosunu getirmesi için sakin
            bir işaret yaptı. “Genç bayanın sinirleri yıpranmış olmalı, mahcup olacak bir durum
            yok. Annem sonraki gün sizi bize yemeğe davet etmemde ısrar etti.”
               “Kimsenin sinirleri yıpranmadı.” diye düzelttin sen tatlılıkla. Küçük bir çocuğa
            renkleri öğretir gibi sabırla. “Def olmakta acele edin, lütfen.”


                                                                                   209
   204   205   206   207   208   209   210   211   212   213   214