Page 207 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 207

Melisa Yılmaz | Üflenmemiş Rüzgarlar
               On bir yaşındayken, babanın bir av dönüşünde annenle seni bir hastaneye yatır-
            malarının gerekip gerekmediği konusunda konuşmasına kulak misafiri olduğun
            akşamı ise ömrümün sonuna kadar unutamayacağım. Ölü kuşlarla dolu torbaları alıp
            arka bahçeye çıkışını, kuşlar kucağında, arkanda aile mezarlığı, yeni yeni parlamaya
            başlamış aya karşı başın dik söylediğin şarkıyı…

               “Hoşça kal dünyanın bütün eşiklerinden aşan, koca, mutlu,
               Sümbül tarlaları güneşle yıkanmış evim.
               Ben geride kalan son devim;
               Yabancı, vahşi, çamurlu…
               Küçülmedi hayallerim benim, hep kuşlarla uçtu.
               Hoşça kal, bundan böyle hiçbir yol kaldıramaz dev adımlarımı,
               Hiçbir kulak istemez yüksek kahkahalarımı.
               Bana yurt yok, dost yok, yalnız gideceğim,
               Yine de vedalarım sevgi, kollarım çiçek dolu.
               Ve artık hiçbir kapıyı açamaz dev ellerim.”

               Evdeki herkesin sesinin büyüsüne, senin öylece durmuş sakin halinin gizemine
            kapılıp etrafını sarışını, babanın gözlerinin doluşunu, ölü kuşlardan birinden sıçramış
            kanın elbiseni lekeleyişini ve saatlerce etkisinden çıkamadığım o huşu duygusunun
            içimdeki titreyişini hatırlıyorum. O hiç kimsenin önünde eğilmeyen, asla sarsılmayan,
            asla yara almamış gibi görünen yara izleriyle kaplı büyük adamın, babanın senden
            özür dileyişini, eve girmen için neredeyse yalvarışını, senin sadece başını sallayarak
            onu yanağından öpüşünü… Bütün gece arka bahçede kalmıştın, kuşları versen de
            üzerindeki kanı temizlemelerine müsaade etmemiştin, umurunda değildi. Şafağın
            sökmesine daha epey varken, sana benim eski püskü, yıpranmış, kaba saba hırkala-
            rımdan birini getirmiştim. Yanına oturmama ses çıkarmamıştın. Tanrım, öylesine
            güzeldin ki… Öylesine mağrur, öylesine üzgün…
               “Bütün rüzgarlar bir yöne gitmek için esiyorlar.” Demiştin sonra bana, birlikte belki
            bir saattir oturuyorduk, belki de iki. “Bütün yollar bir yere varmak için yapılıyorlar.
            Ya bunu istemiyorsak? Ya dünyanın bir yerinde, yolların sadece yol olduğu bir yerde,
            rüzgarların sadece esmek için var olduğu ya da hiç var olmadığı bir yerde ama… Bir
            kız varsa ve o… Ah, hayır, yine böyle konuşmayacağım, bundan usandım artık. Ken-
            dimden usandım, böyle olmamdan, zihnimin içindeki saatleri bir türlü onlarınkine
            uyduramamaktan… Ama böyle yollar da olamaz mı? Ne amacı olduğunu bilmeyen
            insanlar? Hiçbir yöne üflenmemiş rüzgarlar. Hatta hiç üflenmemiş, hiç üflenmemiş
            rüzgarlar. Ben onlar gibiyim işte.”




                                                                                   207
   202   203   204   205   206   207   208   209   210   211   212