Page 205 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 205

Melisa Yılmaz | Üflenmemiş Rüzgarlar
               Derginin kapağındaki gülümseme, o aynı gülümsemeydi. Solgun yüzündeki dolgun,
            kırmızıya boyalı dudaklarında öylesine uçucu, öylesine kırılgan, yersiz duruyordu.
            Bir yığın kuru yaprak gibi. Üzerinde kısacık, kırmızı bir etek ve daracık, beyaz bir
            bluz vardı; zarif, kırmızı tırnaklı parmaklarının arasında incecik, dumanı gözlerine
            karışan bir sigara… Yaprakların arasında oturduğumuz o gün, o gülümsemeyi bir
            porno dergisinin kapağında görsem dahi tanıyacağımı düşünmemiştim, bin yıl geçse
            de düşünemezdim ama kendi elim bana ondan daha yabancıyken, yüzünü başka
            birininkiyle karıştırmam mümkün değildi.
               O fotoğrafın bana neler hissettirdiğini, beni nasıl mahvettiğini sana burada anlat-
            mayacağım. Sadece, öyle güzel, öyle çocukça, öyle çaresiz gülümserken neyi düşün-
            düğünü bilmek isterdim. Eğer sen de benim ne düşündüğümü bilmek istersen, o
            dünyanın kim bilir hangi ucundaki uzak, yasak, bir anlık gülümseme burada, bu
            ihtiyar evdeki büyümeden yaşlanması gereken garip bir adamın kalbindeki bütün
            saatleri durdurdu ve zaman, onun için bir daha asla eskisi gibi ahenkle akmaz oldu.
            Bütün saatler yanlış saniyelere vurdu, nefes almak ilahi bir hortum çağırmak kadar
            güç oldu. Dünyanın bir yerlerindeki, bir yılında on üç ay bulunan küçük deli kızın o
            an öldüğünden eminim.

               O gün artık bilmediğim, görmediğim, gözyaşlarını öpemediğim bir kızın mezarında
            sümbüller açması için dua ettim.
               Sevgilim, Deina, ben bütün kusurlarımızı ve bütün hüzünlü kırıklarımızı affettim.


               13 Mayıs

               Deina, sevgilim,
               Ölümü beklemek için doğduğumuz şu kekremsi hayatımızın, beklemekle geçmesini
            bu kadar garipsememiz ne tuhaf. Bu sabah güvercinleri yemlerken, aklıma sen odanın
            pencere pervazına oturur, ben bahçede dolaşırken birbirimize seslenerek yaptığımız
            bütün o konuşmalardan birkaçı geldi. Kelimeler sızı, kelimeler taşıyamayacağım
            kadar ağır artık, yem torbasının yanına çöküverdim. Başımı ellerimin arasına aldım;
            sana dokunmuş, seni bulmuş, seni sevmiş, seni kaybetmiş ve kendini bildi bileli seni
            aramış ellerimin. Deina, sevgilim, sana yazıyorum. Çünkü seni hala bekliyorum.
            Hala özlüyorum. Hem öyle özlüyorum ki iç organlarımdan daha iyi, daha alışkanlıkla
            biliyorum seni özlemeyi. Hala. Hala. Hala seni seviyorum.
               Evet, pencere pervazları. Evet, konuşmaların. Saçlarının başın hafifçe sola eğik
            halde durmuş beni izlerken çehrenin çevresinde savrulan başaklar gibi haylaz kımılda-
            nışları… Sevgilim. Sana kafamda en başından beri böyle sesleniyordum. Daha ikimiz



                                                                                   205
   200   201   202   203   204   205   206   207   208   209   210