Page 24 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 24

Emir Kalkan Hikâye Yarışması
               Duvarda bir gaz lambası yanıyor, han odasını istediği gibi şekillendiriyordu. Göl-
            geleri canavara, fısıltıları çığlığa, askerden askere zıplayan sarhoş bitleri ölümcül
            akreplere çeviriyordu.
               Duvarda büyülü bir gaz lambası, orta yerde efsunlu bir soba yanıyordu. İbrahim ile
            beraber on iki asker sus pus olmuş, sarhoş bir hayalet, şuursuz bir dev gibi yalpalayan
            gölgeleri izliyor, duvarlardaki taşların aralarından bir çıkış yolu arıyordu. Askerle-
            rin endişeli fısıltıları, ürkek nefesleri hep aynı şeyi konuşuyordu. Henüz yaşanmış
            olan Sarıkamış faciası ve tüm ağırlığıyla yaşanmakta olan tifüs salgını. Hepsi genç
            çocuklardı, hepsi tedirgin. Bu gece uyuduktan sonra soğuk ve dondurucu bir mahşere
            uyanacağından korkuyordu herkes. Sanki bu son akşamdı. Yataklar mezara, han odası
            berzah âlemine dönmüştü sanki. Yarın neler olacağını kimse bilmiyordu. Duvarda
            yalancı gaz lambasının, orta yerde düzenbaz sobanın alevi giderek cılızlaşıyordu.
            Duvarlardaki gölgeler yara almış askerler gibi küçülüyor, kendi üzerlerine kapanıp
            büzüşüyordu. Gece iyiden iyiye bastırıp sonsuz karanlığı insanın göz bitimlerine
            sürdüğü bir vakitte dışarıdan sesler duyuldu.
               Duvar dibinde uzanmış olan bir asker fısıldayarak;
               –Tifüsten ölenleri toplamaya geldiler, dedi.

               Sesler içeriden geliyordu. Askerlerin ayak sesleri ikinci kata çıkıyordu. Yandaki
            odaya girip iki naaşı boş bir çuval gibi sırtlayıp götürdüler. Dışarıda bekleyen at ara-
            basına, toplamış oldukları diğer naaşların üstüne koydular.
               Uyumaya korkuyordu. Uyuyacağı her dakika Tevfik Salim Bey’in yapacağı tifüs
            aşısının gecikmesi demekti. Uyumamak için dışarıya çıktı İbrahim. Kusursuz bir
            soğuk vardı dışarıda. Yağan kar gökyüzünü kızıla boyamıştı. Gökyüzünde başlayan
            bir büyük yangının külleri gibi savruluyordu kar taneleri. Sanki gökyüzü tutuşmuş
            yanıyordu, birazdan insanların başına çökecek gibiydi. Çökmeye başlayan bir çatının
            altından kaçar gibi aceleyle yürüdü.
               Demircinin evine gitti tekrar. İçeriden hâlâ ağlayan kadınların sesi duyuluyordu.
            Kapının üstündeki tokmaklardan hangisinin erkekler için olduğunu karanlıkta seçe-
            medi. Eliyle yokladı, büyük olanı buldu. Kapıya vurdu. Kapıya vurduğu elini ovuşturdu.
            Soğuktan buz tutmuş bir cam gibi un ufak olup kırılıp dökülecekti eli neredeyse.
            Yandaki bir başka evin içinden kapıya koşturan ayak seslerini ve “Oğlum geldi!”
            bağırışlarını duydu. İhtiyar bir sesti. Sesin sahibi kapıyı sevinçle açsa da askere gitmiş
            olan oğlunu karşısında göremedi. Birden boşanan gözyaşları içinde kapattı kapısını,
            içeri girdi. Ardından demircinin sesi işitildi.

               –Tifüsten ölen yok bu evde?


            24
   19   20   21   22   23   24   25   26   27   28   29