Page 29 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 29

Caner Çaylak | Sirayet
               Üç büyük koğuşu vardı Hasankale’deki askeri hastanenin. Sarıkamış Harekâtı’nda
            aldıkları ölümcül yaraları gurur verici bir rütbe gibi taşıyanlar birinde, Doğu Cephesi’ne
            bir çığ gibi düşmüş olan tifüs salgınının kurbanları ikincide, tifüs haricinde bulaşıcı
            hastalık taşıyanlar ise üçüncüdeydi.

               Tevfik Salim Bey bütün vaktini ikinci koğuşta geçiriyordu. İbrahim’i Erzurum’a
            gönderdiği gibi bu koğuşta aşı çalışmaları için bir yer hazırlatmıştı. En köşeye, aşı
            çalışması ile ilgili aletler için bir masa koydurmuştu. Pencere kenarına sıcak su terti-
            batını hazırlatmış, yemekhaneden bir tencerenin içerisine odun doldurup üzerine de
            İbrahim’in yaptırdığı sıcak su kazanını koydurmuştu. Odun dumanlarının çıkabilmesi
            için tencere ile kazan arasına bir soba borusu sıkıştırıp bir ucunu pencereden dışarı
            uzattırmıştı.

               Koğuştaki bütün bakışlar kendisini izliyordu. Bütün yorgun ve hasta bakışlar,
            elinden bir çare bekleyen bakışlar, kimi zaman göz kapağını dahi kaldırmaya takat
            bulamayan mecalsiz bakışlar. Göz göze geldiğinde uçuruma düşen bir insandan geriye
            kalan son bakışları anımsatıyorlardı Tevfik Salim Bey’e. Uçurumun kıyısındaki baş
            dönmesi gibi başını her çevirdiğinde göz göze geliyor ve kendisini içeriye, yankılı
            bir uçurumun boşluğuna çekiyorlardı. Işığı ve uykuyu umursamayan, gece yarıla-
            rında karanlığın rahmine saplanıp kalmış, inleyen ve acılı, yanlışlıkla bir lahzalığına
            kapandığında bir şimşeğin çakması gibi kâbuslara düşen, cephedeki berbat anıları
            yeniden yaşayan, göğsüne bir bıçak saplanır gibi yeniden karanlığa açılan tükenmiş
            bakışlar. Bütün bu bakışların yardım isteyen yakarışlarının altında Tevfik Salim Bey
            aşı çalışmalarına başladı.
               Bu mevsimde beklenmeyen bir güneş ışığı, içeriye sızan odun dumanlarının
            arasında geziniyor, kırılıyor, tülleniyor, dumanlarla beraber yükseliyor, etraflarını
            bir tütsü gibi sardığı Tevfik Salim Bey’i hasta askerlerin gözünde ilahi bir varlığa,
            savaş meydanına indirilmiş bir mücahit meleğe dönüştürüyordu. Parlak güneş ışığı
            Tevfik Salim Bey’in önlüğünün kenarlarında geziniyor, ince ince ışıldıyor, şakalaşı-
            yor, gülüyor, saçlarından alnına süzülüyor, omuz başlarından, başının üzerinden,
            saçlarının arasından, kollarının altından kırılıyordu. Tevfik Bey’i ışıktan bir heykele,
            varlığın sırlarına ermiş bir bilgeye dönüştürüyordu. Hasta askerler için bu adamın
            elleri farklı, yüzü farklı, duruşu, nefes alışı farklıydı. Üzerinde hikmetle karışık bir
            esrar, erdemle karışık bir büyü hali var gibiydi. Işıklı buharlar arasında gezinen bir
            masal kahramanı gibiydi.

               Tevfik Salim Bey tifüsten baygın yatan bir askerin yanı başında oturuyor, ateşin
            seyrini izliyor. Askerin gözkapaklarını kaldırıp bakıyor, bilincinin kaybolduğuna
            kanaat getiriyor. İlk tifüs aşısı denemesinde kullanmak için ilk kanı almaya hazır-



                                                                                    29
   24   25   26   27   28   29   30   31   32   33   34