Page 34 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 34

Emir Kalkan Hikâye Yarışması

                                                ✥
               Gelen günleri yatağında, bir pencere kenarında, yarı baygın halde karşılıyordu
            İbrahim. Günler bir tren katarı gibi doğup batıyordu. Hastaneye yaralıları taşıyan ve
            vakti geldiğinde kefenlenmiş bir halde indiren bir yorgun tren. Yüksek ateşin aza-
            bıyla geçirdiği her baygınlık bir istasyon gibi menzile bir adım daha yaklaştırıyordu
            kendisini. Her yüksek ateş nöbetinden sonra gücü biraz daha azalıyor, biraz daha
            zayıflıyordu. Yüzünün çöktüğü, sakalının iyice uzadığı, kollarının ve bacaklarının
            inceldiği günlerde bir düşünce istirahatine çekilmiş gibi Ayşe’yi düşünüyordu. Çökmüş
            gözlerinin önündeki bulutlar Ayşe’yi kapattıkça gücünü toplamak, doğrulmak, büyük
            bir haykırışla bulutları dağıtmak istiyordu. Fakat olmuyordu. Ayşe hep bulutların
            ardında, hep muhayyel, hep sessizdi. Aralarında hep bir engel vardı. Seferberlik,
            savaş, tifüs salgını ve şimdi de yüksek ateşin kararttığı gözlerinin önündeki bulutlar.
            Hırıltılı soluğunu tutup doğrulmak ve bulutları dağıtmak istiyordu. Fakat olmuyordu,
            gücü tükeniyor, gözleri kapanıyor, ateşi yükseliyordu. Dışarıdan rüzgârın uğultusunu
            duyuyordu. Yanılıyordu. Yüksek ateş zihnindeki taşları tek tek deviriyordu. Yatağı-
            nın yanındaki pencereyi rüzgârın titrettiğini sanıyordu. Yanılıyordu. Vücudunu ele
            geçiren tifüs mikrobu bilincini sarsıyordu. Çocukluğunu aklından söküp götürmüş,
            mesleğini ve askerliğini unutturmuş, donarak ölen askerlerin bakışlarını, buz tutmuş
            dar geçitlerden geçerken uçurumdan düşüp ölen askerlerin boşluğa savrulan sesle-
            rini, kurtların canlı canlı parçaladığı askerlerin çığlıklarını, ayakları ve elleri donan
            askerlerin başına konup gözlerini yuvalarından çıkaran kargaların vahşetini silmiş,
            kar fırtınalarının acısını ve açlıktan yedikleri ayakkabı derilerinin tadını unuttur-
            muştu. Şimdi de aklında zar zor sakladığı Ayşe’nin hatıralarını işgal etmeye, sokakta
            deri ceket tamir ederken pencere arkasından kendisini gizli gizli izleyen gözlerini
            aklından silmeye çalışıyordu. Yavaş yavaş bunu da başarıyordu. Aklının tüm kılcal
            damarlarını işgal eden yüksek ateş Ayşe’nin güzel yüzünü de İbrahim’in hafızasından
            alıp götürdükten sonra bilincini tamamen tüketti. Elleri gevşedi, Ayşe için avuç içinde
            sakladığı hediye kaydı, yere düştü.
               Günler geçti, yorgun akşamlar, beyhude ikindiler, anlamsız gün doğumları geldi
            geçti. Ölüm taşıyan kervanlar konup göçtü Hasankale’den. Gün, güneş ve karanlık
            değip geçti pencere kenarında bilinci yitik bir halde yatan İbrahim’in üstünden. Günler
            birer gürz darbesiyle vurup geçtikçe, alnı asırlık düşüncelere dalmış gibi kırıştı. Kolları
            inceldi, parmakları kurudu, elleri sonbahar görmüş bir ağaç gibi yarıldı. Gözleri eriyip
            çöktü, sakalları uzayıp yüzü solgunlaştı. Göğsü yedi büyük kıtlık, yedi uzun kuraklık
            görmüş gibi parçalandı solukları.


                                                ✥


            34
   29   30   31   32   33   34   35   36   37   38   39