Page 31 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 31
Caner Çaylak | Sirayet
Askerlerin arasından sesler yükseliyordu. Bir asker inliyor, bir asker boğuluyor
gibi öksürüyor, bir asker ağlıyordu, İbrahim’in kendine hâkimiyeti git gide azalıyordu.
Göğsü cehennem ateşine dönmüştü. Gömleğinin düğmelerini çözdü. Bakışları bula-
nıyordu. Yanındaki asker kendisine bir şeyler söylüyor, İbrahim anlayamıyor, açık
gömleğinden göğsüne giren soğuk söndürmüyor ateşi, bir asker ciğerini parçalar gibi
öksürüyor, bir asker ağlıyor, cephede donmuş bacağı kesilen askerin bağırışları yük-
seliyordu hastanenin içinden. Hararet göğsünden sırtına atlıyor, cehennemin ebedi
sakinleri, şirk sahipleri gibi yanıyordu sırtı. “Allah’ım!” deyip kapatıyor kulaklarını,
şu asker bitlerini mi kırıyor? Kırılan bitlerin parçalanma sesleri sanki birer heyelan
gibi çöküyordu kulaklarına. Bit kıran parmaklar kana boyanıyor, askeri istila eden
bitler kırmakla bitmiyor. Sinsi bir işgal ordusu gibi, güneş doğana kadar şehrin bütün
sokaklarını ele geçirmek ister gibi çıldırmış bir hırsla askerden askere hücum ediyordu
bitler. Bir asker kaşıntıdan deliriyor, belindeki kasaturasını çıkarıp göğsünü, sırtını,
bacak içlerini kesiyor, kan revan içinde kalıyor yine de bitlerin kaşıntısını durduramı-
yordu. Bir asker soğuktan titriyor, bir asker açlıktan midesinin suyunu kusuyor, bir
asker uykusunda sayıklıyor, bacağı kesilmiş askerin ağlayışları gökkubbeyi dolduru-
yordu. İbrahim sırtındaki günahkâr yangınlar yüzünden anadan üryan haşredilmiş
zannediyordu kendisini. Divan kurulacak, defterler açılacak, herkes kendi nefsinin
derdine düşecek, zerre kadar kötülük, zerre kadar iyilik tartıya çıkacak zannediyordu.
Kendi kıyametini koptuğunu, anadan üryan bir halde cehennem ateşine atıldığını,
içinde hiç Pazartesi olmayan haftalar boyunca yandığını zannediyordu. Milyonlarca
bitin istilasına uğramış kıyafetlerini çıkarıp yere atıyor, hastane bahçesinden çıkıyor,
ezilmemiş taze karların üzerine atıyor bedenini. Karları alıp alıp göğsüne, yüzüne,
alnına, bacaklarına sürüyor. Ateşi yavaş yavaş sönüyor, sayıklamalar azalıyor, soluğu
seyreliyor, bir mübarek Pazartesi’yi, bir kutlu doğumun gününü gösterince takvimler,
cehennemin kapıları açılıp içeriye serin bir rüzgâr üfleniyor, İbrahim’in ateşi diniyor,
karların üzerinde uyuyakalıyordu.
✥
Ezan sesi çocuklarını yoksul bir sofraya çağıran mahcup bir anne gibiydi. Kendilerini
sıkıntıların beklediği bir güne uyandırdı insanları çekinerek. Ayşe’nin babası Sadık
Ağa ne kadar ihtiyarlamış olsa da, eksik ve karanlık bir sabah uyandığını gözlerini
açar açmaz fark etti. Ezan sesiyle birlikte her sabah evdeki karanlığı Ayşe dağıtıyordu.
Yakmış olduğu mumun ışığı ve kendisi için çorba hazırlarken çıkardığı tıkırtılarla günü
başlatıyor, güneşi eve girmeye cesaretlendiriyordu. Fakat bu sabah ev sessizdi. Karan-
lık bütün ağırlığıyla evin içinde olduğu gibi duruyordu. Ayşe’nin sobayı yakmasıyla
her sabah ısınan ev bugün bir dağ başı gecesindeymiş gibi buz kesmişti. Titreyerek
31