Page 35 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 35

Caner Çaylak | Sirayet
               İhtiyar bir adamdı Sadık Ağa. Elinden fazla bir şey gelmiyordu. Üç gündür yüksek
            ateşle baygın yatıyordu Ayşe. Komşulardan yardım isteyemiyordu. Hastalığın bulaş-
            ması korkusundan kimse kimseye yardım etmek istemiyordu artık. Ayşe’nin alnına
            sirkeli bez koymaktan başka bir şey gelmiyordu elinden. Sessizce başında bekleyerek,
            bir solgun mum ışığında Kur’an okumaktan, hüzünlenmekten ve vakti geldiğinde
            namaz kılmaktan başka bir şey gelmiyordu elinden. İhtiyar bir adamdı Sadık Ağa.
            Geride bıraktığı ömründe namazını hiç aksatmamıştı. Heybetli tekbirler alıp gurur
            verici kıyamlara durmuştu. İtaatkâr rükûlara eğilip yakaran secdelere varmıştı. Ayşe
            için içten içe yakardığı bir secde anında evin karanlık boşluğunda bir ses yankılandı.
            Namazında tereddüt etti. Ayşe’den geliyordu ses, titreyen bir nefes. Daha önce duyduğu
            hiçbir şeye benzemiyordu. Namazını bozamıyordu. Gözlerinden yaşlar akmaya baş-
            ladı. Daha önce duyduğu bir ses değildi bu. Titretmesi gibi bir kuşun konduğu leylak
            dalını, güneşin tüylerinde gezinmesi gibi bir Nisan günü, bir tüy gibi, bir kanat vuruş,
            yükseliş, yükselen kuşun ardından leylak dalının güneş altında salınması gibi, ışığın
            kırılması, dağılması, mor, beyaz, yeşil ışıkların saçılması gibi etrafa, saçılması gibi
            çocukların yüzlerine kuşların gözlerine, yükselen bir kuşun geride bıraktığı bir tüyün
            süzülerek toprağa düşmesi gibi bir sesti bu. Gelinlik çağdaki kızının son nefesiydi bu.

               Namazını ağlayarak tamamlayıp selam verdiği sırada evin kapısı hızlı hızlı vuruldu.
            Yorgun dizleriyle toparlanıp kalkana kadar tekrar vuruldu, ardından bir askerin sesi
            duyuldu;
               –Tifüsten ölen var mı bu evde?

               Kapıyı açmadan içeriden cevap verdi Sadık Ağa;
               –Hayır, kimse yok, dedi. Başka bir şey sormadan arabaya binip gitti askerler. Sokağın
            sonuna doğru karanlığın içinde azalarak kayboldular. Sokağın sonunda yerde üzerini
            kar kaplamış bir karartı vardı. İsimsiz, sahipsiz ve hiç yaşamamış gibi ardında bir iz
            bırakmadan öylece yatan bir ölü. Sırtlayıp arabaya attılar.
               Yalan söylemişti Sadık Ağa. Yalan söylemek zorundaydı. Doğruyu söyleseydi bu
            gece toplanan tifüs kurbanlarıyla birlikte üzerine kireç dökülerek toplu halde def-
            nedilecekti Ayşe. Vicdanı buna elvermiyordu. Savaş bu yaştan sonra kendisini yalan
            söylemek zorunda bırakmıştı. Çok şeyler görmüştü bugüne kadar. Varlığı, yokluğu,
            yoksulluğu, acıları, zamansız ölümleri ve hepsinden daha beter olan doksan üç harbini.
            Fakat böyle bir acı tatmamıştı. Dut ağaçlarıyla çevrili bahçesinin ortasında odunları
            biriktirip yakacağını düşünemezdi. Odunların alevi karanlığı iki paralık edip geceyi
            tan yerine çevirmişti. Odunların alevi donmuş toprağın buzunu erittiğinde, bahçenin
            toprağını kazmaya başladı. Böyle bir şey görmemişti, böyle bir şey yaşayabileceğini
            kimse söylememişti. Gelinlik çağdaki kızına evinin bahçesinde bir mezar yeri kaza-


                                                                                    35
   30   31   32   33   34   35   36   37   38   39   40