Page 37 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 37

Caner Çaylak | Sirayet
            karşı ayaklandırmış olduk. Beden her daim tifüse karşı mücadele eder vaziyette
            olduğu için bitlerin ısırması sonucu tifüs vücuda girse dahi derhal yok edilecektir.
            Gönüllü olarak aşı vurulan subaylardan Selahaddin Bey ve Haydar Cemal Bey aşının
            üçüncü günü hastalığa yakalandılar. Yaptığımız tetkiklerde bu iki subayın hastalığın
            yedinci gününü yaşadıklarını anladık. Yani aşı vurulmadan önce tifüse yakalanmışlar.
            Dördüncü gününde bu iki subay tifüsün yüksek ateşinden bilinçlerini yitirdiler ve
            on beş gün süren çok ağır bir tifüs geçirdiler. Aşının yedinci günü İhsan Arif Bey ile
            Tevfik İsmail Bey hastalığa yakalandılar ve hafif bir şekilde atlattılar. Diğer subaylar
            ise hastalığa hiç yakalanmadılar. Dünyada bir ilki başarmanın ötesinde milletimizi
            büyük bir beladan kurtarmış olduğumuza inanıyorum. Elde etmiş olduğumuz bu
            sonuçlara güvenerek askerleri ve ahaliyi tifüs aşısı ile aşılamaya başlayabileceğimizi
            huzurlarınızda gururla arz ederim.


                                                ✥
               Koğuş sessiz, soğuk ve ürperticiydi. Uzaktan uzağa kurt sesleri duyuluyor. İki
            hastabakıcıdan biri uykuda, diğeri nöbetteydi. İbrahim‘in yorgun bedeni tükenmeye
            yüz tuttuğundan beri, hastabakıcılar her gece belli aralıklarla geliyor, son nefesini
            verip vermediğine bakıyor. Nöbetteki hastabakıcı uykuya direnmekten sarhoş olmuş
            bir halde yanına geliyor. Nabzını tutuyor, sayıyor, tekrar gidiyor. Hastabakıcı için
            İbrahim öldüğü zaman koğuşta bırakılmaması gereken bir sıradan bir tifüslü olsa da,
            hastalıklı bir yatak üzerinde yüzü çökmüş, nefesleri tükenmiş, bedeni zayıflamış olsa
            da, yüzünde, ellerinde ve kollarında tifüsün lekelerini bir apolet gibi taşıyor olsa da,
            çektiği bütün acıları buraya kadar sürükleyip getirmiş olsa da, İbrahim’in ruhu şimdi
            çiçekler açmış taze bahar çayırlarındadır. Rüzgâr bir ninni gibi esmekte, başından
            sarkan salkım söğüt dallarına şarkılar söyletmektedir. Bir çayırın ortasında, bir evin
            bahçe kapısının önündedir. Üstünde hiç savaş görmemiş gibi temiz bir gömlek, içinde
            alışık olmadığı bir neşe, yeni elbisesini giyen bir bayram çocuğu neşesi. Güneş neşeli
            bir genç kız gibi bütün renklere kendi güzelliğini katmaktadır. Üstündeki gömleğinin
            beyazı ışıldamaktadır. Kolları savaşın yaralarından temizlenmiş, bedeni güçlü, sağlıklı
            ve gürbüzdür. Yüzü genç, canlı ve sakindir. Yeni baştan yaratılmış gibi umursamaz,
            sessiz ve dingindir. Renklerin, rüzgârın ve güneşin ahenkli şarkısını dinlemektedir.

               Koğuş sessiz, soğuk ve ürperticiydi. Soğuk Mart rüzgârı pencere kenarlarından
            uğuldayarak giriyor. İbrahim’in bedeninden çıkan son nefesi de dağıtıp bırakıyor.
            Göğsündeki kırılgan titremeyi fark eden nöbetçi gelip bakıyor. Boynu gevşemiş,
            başı yana düşmüş Osman oğlu İbrahim’in bileğini tutuyor. Nabzının durduğundan
            emin oluyor. Üstündeki çarşafı yüzüne örtüyor. Koğuş defterini açıyor. “Osman oğlu
            İbrahim, tifüsten öldü” yazıyor.


                                                                                    37
   32   33   34   35   36   37   38   39   40   41   42