Page 42 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 42

Emir Kalkan Hikâye Yarışması
            Sonra ilk kez dondurma yedim o gün. Daha önce yediğim hiçbir şeye benzemiyordu.
            Sade, kakaolu, muzlu, limonlu; rengârenk, çeşit çeşit dondurmalar. Dilim ve dişim
            uyumuş ama ben dondurmayı çok sevmişim. Anamın bütün kızmalarına rağmen üç
            külah dondurma yedim o gün. Her birini denedim tabiri caizse, limonluda karar kıldım.
            Şehir çocuklarının bir an olsun boş bırakmadığı atlıkarıncalara gittik. Delioğlan’ın
            üzerinde babamı taklit edercesine kuruldum bir atlıkarıncaya ve atının üzerinde bir
            komutan misali arkamdaki çocuklara alınması güç kaleleri hedef gösterdim. Bütün
            bunları ablamlara ve köydeki çocuklara anlatmam bile beş günümü alacaktı.
               Hastanenin kantininde oturup sıramızı bekledik bir müddet. Neden sonra ismim
            söylendi. Babam elimden tuttu. Öyle bir tutuştu ki bütün dünya düşman olup saldırsa
            herkesi yenebilecek kuvveti kendimde bulmuştum. Gözlüğü burnun tam ucuna takan,
            epey göbekli, saçları kırçıllaşmış ve yer yer dökülmüş olan doktor babamı dinledikten
            sonra röntgen filmi istedi. Alman fizikçi Wilhelm Conrad Röntgen’den hiç haberdar
            olmadan, x ışınlarını bilmeden çektirdim ilk röntgen filmimi. Yaklaşık iki saat sonra
            aynı doktorun yanına gittik yeniden. Çektirdiğim röntgen filmine burnunun ucuna
            yerleştirdiği gözlükleriyle uzun uzun baktı ve sonra yüzüne çaresizliğinin hüznü
            yayıldı. Babam, anam ve beni dışarı çıkardı. Doktorla uzun uzun konuştular. Dışarı
            çıktığında babamın yüzünde hüznün ve çaresizliğin en koyusu vardı. Elimden tuttu
            ve diğer doktorların odalarına girdik lakin röntgen filmini gören her doktorun yüzün-
            den aynı his okunuyordu. O gün dört doktorun odasına aynı umutlarla girip aynı
            umutsuzlukla çıktık. Bundan sonra sol bacağımın kaç röntgen filmi çekilecek, kaç
            doktor gözlüğünü takıp uzaklarda bir şey arıyormuşçasına ona bakacak, baktığında
            yüzü düşecek hatırlamıyorum.
               Sonra köye dönüyoruz. Babam, Delioğlan’ı ağır aksak yürütüyor. Bu sefer arkasın-
            dayım babamın. Ben, ona sarılmışım ama şehre giderken beni sarıp sarmalayan vücut
            değil bu. Annem hemen arkamızda. Tek kelam etmiyorlar. İkisi de üzgün. Yol uzuyor,
            Delioğlan yürümek istemiyor sanki. Sırtında taşıdıklarının hüznü ona da sirayet etmiş
            olmalı. Tan yeri ağarırken çıktığımız köye güneş battıktan çok sonra dönebildik. O
            gece bir milat oldu ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

               Ertesi gün, sonraki gün ve daha sonraki gün, babam hep benden kaçtı. Aramıza
            tuğla tuğla duvar örüyordu bir el. Lakin ben küçük aklımla ne olduğunu bir türlü
            anlayamıyordum. Babam beni başka başka doktorlara getirmeye devam ediyordu ama
            ben hep arkasında oturuyordum ve önde oturmak, Delioğlan’ın yelesinden tutmak
            istediğimi bir türlü söyleyemiyordum. Bazı doktorlar bir dizi tedavi yöntemi uyguladı.
            Babam Durmuş Ağa hepsinde umutlandı ancak her biri sonuçsuz kaldı. Nihayetinde
            babam da beni doktorlara getirmekten vaz geçti, pes etti. Aksayan sol bacağımı o da
            kabullendi.


            42
   37   38   39   40   41   42   43   44   45   46   47