Page 47 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 47

Recep Çelik | Topal
            olmalı. Vücudundan kan çekilmiş. Nefes alıp vermiyor, kalbi atmıyor. Hiçbir yaşam
            belirtisi yok. Bizim buraların en zengini, en varlıklısı, Delioğlan’ın binicisi, sayısını
            benim bilmediğim sürülerin sahibi Durmuş Ağa ölmüş.
               Anama baktım babamın soğumaya başlayan cansız bedeninin yanından. Başı
            dik bir şekilde “Gebermiş mi domuz?” dedi. Sesi çatallaşıyor, boğazına bir şeyler
            düğümleniyordu. Ablam, anamın yanı başında elleriyle yüzünü kapatmış içini çeke
            çeke ağlıyordu. Anamın sorusuna başımı sallayarak cevap verdim. Yanaklarımdan
            süzülen yaşlara engel olamıyordum. Her şey bu topal sol bacağım yüzündendi. Anamın
            yanına çıktım tekrar. “Ana, ver şu tüfeği.” dedim. Tüfek sesini duyan köylü birazdan
            burada olurdu. Çok geçmez, onların arkasından da çoktan haber verildiğini tahmin
            ettiğim jandarma müfrezesi buraya düşerdi. Anamın elinden tüfeği güçlükle aldım.
            Ablam derin bir şok halindeydi. Bir kenara onu, bir kenara da anamı oturttum. Çok
            geçmeden erkekli kadınlı bir grup avluda toplanmaya başladı. Benim elimdeki tüfeği
            ve merdivenin dibinde cansız yatan Durmuş Ağa’yı görünce “Katil, katil Topal.” diye
            bağırarak merdivene doğru yürümeye başladılar. Tüfeği doğrultup “Yaklaşan olursa
            vururum. Jandarma gelsin, teslim olacağım.” dedim. Halbuki tüfek dahi boştu. Benim,
            köknarıma Ayşe’min adını yazdıktan sonra onu yaraladığım için üzülen yüreğim bir
            insana nasıl kıyardı ki?
               Bir müddet sonra devriyedeki jandarma ekibi geldi. Komutana teslim olacağımı,
            her şeyi benim yaptığımı söyledim. Yaşlı anam bir kenarda, ablam bir uçta sessizce
            oturuyordu. Bu yaşlı kadın hapse düşerse bir ayda kara haberini alırdık. Bu vücut, bu
            sıkleti çekemezdi. Komutan, boş tüfeği elimden alıp ere uzatarak muhafaza etmesini
            istedi. Bileklerime kelepçe vurulurken Ayşe geldi aklıma. Adını köknarımdan önce
            yüreğime kazıdığım, gözlerinde yeni bir dünya kurduğum, ayağının altına bir toz zerresi
            olmak için ser vereceğim Ayşe. Yoluna, gülüşüne can vereceğim Ayşe. Saçlarından
            yapılan kementle darağacına asıldığımda tebessüm edeceğim Ayşe. Topal bacağım
            sızlıyor. Ben, iki jandarmanın arasında, ellerim kelepçeli topal bacağımı sürüye sürüye
            uzaklaşıyorum anamdan, Ayşe’mden, her şeyden ve herkesten.
               Üç hafta hapis kalıyorum. Kimseyle görüştürmüyorlar. Üç hafta sonra hâkim
            karşısındayım. “Ben öldürdüm, ben yaptım.” dedikçe anam arkada hüngür hüngür
            ağlıyor. Kararını veriyor Hâkim Bey: Tasarlayarak, kasten adam öldürmek suçundan
            otuz iki yıl hapsime hükmediyor. Kulaklarımda sağır eden bir uğultu başlıyor. Hâkimi
            duymuyorum. Gezeceğim yerler, koklayacağım çiçekler, dinleyeceğim kuşlar. Sonra,
            “Okuyacak bir sürü kitabım, yazacak şiirlerim var Hâkim Bey, ben o kadar kalamam.”
            diye avaz avaz bağırıyor gönlüm. Lakin hâkim hiç oralı olmuyor.





                                                                                    47
   42   43   44   45   46   47   48   49   50   51   52