Page 43 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 43
Recep Çelik | Topal
Yaşadığım tedavi sürecinden dolayı okula iki yıl gecikmeli başladım. Dokuz yaşında-
yım. Sınıfın en büyüğü ve öğretmenime göre en şapşalıyım. Duvar dibindeki sıraların
en gerisinde tek başıma oturuyorum. İlk tahtaya çıkışım tam bir işkenceydi. Oysa öyle
umutlarla kalkmıştım ki. Tabiri caizse sol bacağımı sürükleyerek tahtaya yöneldi-
ğimde sınıfta bir kahkaha tufanı koptu. Hepsi onlar gibi olmayışıma, olamayışıma
gülüyordu. O günden sonra tahta benim için bir cellat oldu ve ben hep ondan kaçtım.
Duvar dibindeki sıraların en gerisinde, yalnızlığımın dipsiz kuyusunun karanlığına
gömüldüm ve o karanlıktan çıkmak için hiç çaba sarf etmedim. Teneffüslerde ve
beden eğitimi derslerinde bir köşeden top oynayan, ip atlayan, birbirini yakalamaya
çalışan çocukları izlerdim. Top oynasam topa vuramayacak, yakalamaç oynasam hep
ilk yakalanan olacaktım. Ben de yalnızlığımla baş başa kalmayı ve kitap okumayı tercih
ettim. Okul kütüphanesinden elime geçirdiğim her tür kitabı yalayıp yutuyordum.
Şiirler, hikâyeler, romanlar, tiyatro eserleri… Ne bulursam okuyordum ama en fazla
şiir seviyordum.
On bir yaşındayım. Sadece kitap okuyorum. Konuştuğum çok az insan var. Onla-
rın da bir kısmı aksayan ayağımla dalga geçmek için konuşuyor. Bir tek anam hala
ilk günkü gibi başımı okşuyor, ilk günkü gibi öpüyor. Sıcak bir bahar günü çoban
Memo’nun peşine takıldım. Ben aksayan ayağımla sürünün epey gerisinde kalsam da
mutluyum. Acımasız insanlardan uzaklaşıyordum bu sayede. Yalnız kalmak, aksayan
bacağımın acısını yüreğime saplamak, canımı acıtmak beni mutlu ediyordu. Sonra
elbette kitap okumak beni tarifsiz bir şekilde neşelendiriyordu. Bir köknara sırtımı
dayamış Beyaz Diş’i okuyup hayallere dalarken Memo’nun sesi uyandırdı beni. “Koş
ağam, köye haber ver. Sarıkız, kurtboğan yemiş, zehirlendi. Durmuş Ağa, baytarla
hemen yetişsin.” dedi. Beyaz Diş’in sayfalarını açık bırakıp sağ bacağıma yüklenerek ve
köknardan destek alarak doğruldum yerimden. Beni geriye doğru çeken sol bacağıma
rağmen koşmaya çalışıyordum. Sarıkız bizim sürünün en eski ineklerindendi. Ahırın
üçte biri onun yavrusu sayılırdı. Buna rağmen süt verimi bir an olsun azalmamış uslu
başlı bir hayvancağızdı. Bu nedenle bizimkiler çok severdi. Güneş ışığının altında altın
gibi parlayan tüyleri Sarıkız adını getirmişti ona. Ben kaşağı ile o altın sarısı tüylerini
kaşırken öyle güzel bakardı ki bana sakatlığımı hiç yüzüme vurmadan. Hayatımın en
hızlı koşusunu yapmalıydım. Sarıkız ölmemeliydi. Evden bu kadar uzaklaştığımıza
inanamıyordum. Sol bacağım iyice kasılmış, bana dayanılmaz bir acı veriyordu. Lakin
şimdi duramazdım, durmamalıydım. Nihayet evin avlusundan girdiğimde ablamları
gördüm. Güçlükle aldığım nefeslerle anlattım durumu onlara. Hemen, yukarıya
babamın yanına çıktılar ve haberi yetiştirdiler. Babam yıldırım gibi indi avluya. Tıpkı
benim gibi on bir yaşında olan ve en güçlü dönemlerini yaşayan Delioğlan’a atladı ve
yüzüme dahi bakmadan, başımı okşamadan avlu kapısından çıktı. Beş ablam ve ben
avluda bekledik. Anam büyük bir endişe ile ev işlerini yapmaya çalışıyordu.
43