Page 41 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 41

Recep Çelik | Topal
            yüz tutmuş. Her şey gibi Durmuş Ağa’ya bir erkek evlat vermenin mutluluğu da ona
            çok görülmüş. Aksayan sol bacağım o saadeti çiğneyip geçmiş.
               İşte o garip anam, bir gece her şeyi göze alıp babama anlatmış durumu. “Ağam,
            bizim oğlanın ayağında bir tuhaflık var gibi ve uzun süredir, belki doğduğundan beri
            böyle.” dediğinde Durmuş Ağa kükremiş: “Olur mu hiç öyle şey? O, benim gibi bir
            adamın evladı.” demiş. Demiş lakin anam şöyle bir yürütünce beni gözünün önünde
            ve ben her sol adımda sola doğru eğilince anlamış Durmuş Ağa yanıldığını. “Peki.”
            demiş, “Bunu ben nasıl fark edemedim.” Tabi ki bir cevap beklememiş ev halkından.
            Şu anda Durmuş Ağa’ya cevap verebilmek kimin haddine ki? Divana tüm heybetiyle
            oturmuş. Sanki bir dağ çökmüş. Sanki fi tarihinden kalma ulu çınarlar devrilmiş. Sol
            ayağını büküp altına almış, sağ kolunu dirseğinden kırıp dizine dayamış. Yememiş,
            içmemiş, söylememiş. Ben, önünden her solumda sola doğru eğilerek geçtiğimde sol
            dizine vurmuş sadece yumruk yaptığı sol eliyle. Müezzinin namaz uykudan hayırlıdır
            seslenişiyle doğrulmuş oturduğu divandan. Abdest almış, sabah namazını kılmış.
            Uzunca bir müddet oturmuş seccadenin üstünde. Ellerini açmış, bunca yıl sonra ken-
            dine bir oğul veren Rabbine yakarmış. Yusuf’u yitiren Hz. Yakup misali yürekten bin
            ah ile gözyaşı dökmüş. Gün ışımaya başladığında anamı bölük pörçük uykusundan
            uyandırmış. “Kalk, kalk da bir şeyler hazırla. Sonra da şehre, hekimlere gidelim demiş.”
               O günü dün gibi hatırlarım. Belki de hayatımın en güzel günü olarak hep hatırla-
            yacağım. Babam Delioğlan’ı çılgınlar gibi koşturuyordu. Ben, babamın önünde Deli-
            oğlan’ın yelesinden tutmaya çalışıyorum. Babam sol eliyle beni belimden kavramış,
            sağ eliyle de Delioğlan’ı idare ediyor. Anam beyaz kısrağı ile epey gerimizde kalmış
            durumda. Delioğlan sanki koşmuyor da uçuyor. Rüzgâr yüzüme yüzüme vurmakta
            ve ben beş yaşındayım. Beş yaşında babasına güvenen, babasının onu her şeyden
            koruyacağını düşünen masum bir erkek evladım. Delioğlan’a binme hayalim ilk kez
            o gün gerçekleşiyor ve ben onun sırtında bazı geceler sızlayan ama babamın ardından
            göndermezler diye kimseye bir şey dahi söylemediğim sol bacağımı bile unutuyorum.
            Dünyada sadece ben, babam, Delioğlan ve rüzgâr var gibi. Yol boyunca ejderhalardan
            prensesi kurtaran prens, eşkıyanın elinden kraliçeyi alan şövalye ve daha neler neler
            oluyorum. Yol hiç bitmesin istiyorum lakin güzel şeyler gibi o da bitiyor. Şehri ilk
            o gün görüyorum. İnsana küçük dilini yutturan sıra sıra ve üst üste dizilmiş evler.
            İnsan, bahçesi olmayan bir evde nasıl yaşar diye düşünürken caddelerde yüzlerce
            insan görüyorum. Bir gün köyümüze bir âşık gelmişti. Herkes kahvehanede onun için
            toplanmıştı. Babam, beni getirmemişti yanında ancak ben bu âşık ne menem bir şeydir
            diye gizlice kahvehaneye gitmiş ve pencereden içeriye bakmıştım. Civar köylerden
            gelen insanlarla birlikte kahvehane dolmuş taşmıştı. Zihnimdeki kalabalık ölçütü o
            ana kadar oydu ancak o gün caddede gördüğüm kalabalıkla bu ölçüt de değişmişti.



                                                                                    41
   36   37   38   39   40   41   42   43   44   45   46