Page 83 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 83
Hatice Tarkan Doğanay | Umay Ana
hikayeyi defalarca dinlemişti canı gibi bağlandığı kızından. Babaannesinin kayın
ağacının altında hala oturuyor olma ihtimali üzerinde hayaller kurdular kaç kere.
Umay Ananın ağacı da bir iki dalı kırıldı diye kurumazdı zaten. İnsanlardan daha
dayanıklıydı ağaçlar. Yüzyıllar öncesi ormanda bir başına kalmış insanı anlatmıştı
bazı geceleri babaannesinin cümleleriyle. Ormanda yalnız kalan adam kayın ağacın
gövdesine sapladığı kıymık yardımıyla dışarı akan özsuyunu içerek hayatta kalmıştı.
Bir annenin çocuğuna süt vermesi gibi tanrısal bir anaçlığı vardı ağacın. Tanrı doğada
yarattığı her şeye kadından bir parça kondurmuştu sanki. Toprak bağrında büyüttüğü
meyveleri sunarken yavrusunu doyuran bir anaydı insanoğluna. Ataerkil bir dünya
canlı bir biçimde insanlığın etrafını sararken dağlar koynunda beslediği hayvanları
sarı saçlarını süpürge etmiş bir kadın şefkatinde insana verirken o güne kadar tanışıp
evlenen gelmiş geçmiş bütün ataların soyunun ecdadı gibi dimdik duruyordu. Kâinatın
kozmik enerjisi ki bu enerji samimi bir kadın gülümsemesi gibi bir şeydi gece gündüz
uğuldayan dağlarda toplanmıştı. Yüce El yarattığı en kutsal varlık olan kadının rengini
sürmüştü her şeyin üzerine. Kutsallıkları ört bas edilen kadının izinin bulunmadı ne
vardı şu dünyada. Ah kadınlar!
Umay Ana’nın dağınık ama kararlı bakışlarının ardına gizlenmiş çıplak bir zihnin
izleri, dimağında sıra sıra istiflenmiş hatıra yığınları arasından sızan hasret ağrısı
buğulu gözlerine perde gibi inmişti. Günün son ışıkları dünyaya kızıla boyamıştı.
Umay Ana sabah birkaç lokmadan başka bir şey yemediği halde acıkmamıştı. Annesi
ve babası öleli yalnız yiyordu yemeği. Elli beş yaşına kadar ikinci annesi ikinci babası
bildiği bu insanları o kadar sevmişti ki ölene kadar minnetle bakmıştı onlara. Kara-
deniz e ilk geldiği yıllar içinde hep Kırıma döneceği umudu vardı. Ailesi gelecek onu
alıp evlerine döneceklerdi. Ağacın altına oturup bir gözü hep uzakları gözledi yıllarca.
İkinci annesi bildiği kadın ise canı bildiği bu efsunlu kızın bir gün gitmek isteyeceği
korkusunu taşıdı içinde. Hasta olduğu bir gün ağlayarak “beni bırakıp gitmenden
çok korkuyorum” demişti ardından ikisi de gözyaşlarını tutamamış birbirine sarılıp
ağlamışlardı. Umay Ana o zaman annesi gibi sevdiği bu şefkat kadına babaannesinin
cümlesiyle “tanrı yayla dağlarının üstüme devirsin, gök üstüme düşsün ki seni bıra-
kıp gitmeyeceğim” demişti. Dediği gibi de gitmedi de. Hatta ikinci ailesi bildiği bu
insanları da uzunca bir süre kaybetmekten korktu. Onlar öldüğünde elli yaşındaydı
Umay Ana. Onlardan kalan tek şeyse evinin yaklaşık bir kilometre uzağında oturan
yeğenleriydi. Gün aşırı gelir çok sevdikleri Umay Ana’yı dolanırlardı. Kendinden küçük
olan yeğenleri gibi yeğenlerin çocukları da ona hep Umay Ana derlerdi. Umay Ana-
larının tılsımlı güçleri olduğuna inanırlardı. Aşağı köye aylarca yağmur yağmayınca
Umay Ana Tanrı’ya lekesiz bir at kurban edeceklerini söylemişti. Atın başını da bir
kuyuya atıp doğan güneş ışıklarına yüzlerini dönerek dualar etmişlerdi. O günden
sonra iki hafta aralıksız yağmur yağmıştı da köy halkı Umay Ana’nın evine teşekkür
83