Page 85 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 85

Hatice Tarkan Doğanay | Umay Ana
            dağların ruhu olduğunu düşünür ve gök kadar kudreti olan dağlarda da ağaçlar gibi
            ruhun olduğunu hissederdi.
               Orman akşamın zillerini çalmıştı, güneş dünyayla vedaya hazırlanıyordu. Akşamın
            kızıllığı aklında uzayıp giden anılarıda sarıp sarmalayarak burnuna Kırım’ın kokusu
            getirmişti yine. Gittikçe kızıllaşan orman görünümündeki anılar kümesi, kimi zaman
            önüne kimi zaman arkasına uzayan kendi gölgesindeki ağaçlar gibiydi. Zenci kılıklı
            izbandutla karşılaşmak istemeyen Umay Ana elini kayın ağacının gövdesinde aşağı
            yukarı gezdirir gibi sevdi derin bir ah daha çekti ve evine girmek için dönmüştü ki
            üzerine gelen kar beyazı sis bulutunu fark etti. Oysaki sise uygun bir hava değildi. Eve
            girmekten vazgeçerek yavaşça ağacın altına oturdu sırtını gövdesine yasladı. Gözlerini
            kapatıp on iki yaşında koparıldığı vatanın burnundaki kokusunu içine çekti. Sürekli
            sesini duyduğu ve hala aklının bir köşesinde dipdiri yaşayan insandı babaannesi.
            Gözleri kımıldadıkça ıslandı. Varlığından bir an olsun ayrılmayan kalbinin bir köşe-
            sinde, hiç sönmeyen yangın yeriydi Kırım. Ailesi, ağacı hatta evlerinin kapı eşiğindeki
            betona çıkmış kedilerinin pati izini bile görebiliyordu beyninin içinde. Babası harcı
            döktüğü gün Boncuk’ un kurumasına fırsat vermeden basıp geçtiği o an daha dün gibi
            aklındaydı. Umay Ana kapalı gözlerinden sızan yaşlara aldırış etmeden gülümsedi.
            Kediyi yakalayacağım diye az daha o da basacaktı da babasının uyarısı üzerine eşiğin
            dibinde zar zor durdurabilmişti kendini. Eğer bir insan vatanından koparılmışsa
            durmadan hüzün yağdıran kara bulutlarla yaşardı. Yaralı bir kuş misali nefes alır ve
            öylede nefesini verirdi. Gittikçe kendisine yaklaşan sis bulutunu tebessümlü bir yüz
            ifadesiyle izliyordu. Sırtını iyice ağaca verdi avuçlarını toprağa koydu. Ağacın sarkan
            dallarını gözüyle takip ederek başını gökyüzüne dikti ve ağızında çocukluğundan
            kalma tatarca bir dua döküldü. Beyaz elbiseli bir kadın şekline bürünen sis yaklaştıkça
            tutsak yüreğinin prangalarını çözülmüş gibi huzura doğru koştuğunu hissetti. Hiç
            hissetmediği özgürlüğün buğulu sesi tanrısal bir sabırla bedenini baştan aşağı kapladı.
            Bugüne dek peşini bırakmayan ecdadının sesleri başını yasladığı ağacın içinden çıkıp
            beynine doluyordu adeta. Anaç bir kadın gibi kollarını açmış kendisine uzanan sis
            bulutundan çıktığını anladığı bir ses içini titretti. Bu ses öyle tanıdıktı ki bunun düşsel
            bir avuntu olmasından korktu. Ne dediğini anlamak için dikkatini toplayıp kulak
            kabarttı. Babaannesi! Ailesinin koca çınarı! Kırım’ın Umay Ana’sıydı bu. Umay Ana!
               “Umay’ım! Yeryüzünün Umay Ana’sı” diye sevgi dolu bir sesle konuştu onunla. Göz
            göze geldiği babaannesiyle garip bir iletişim kuruyor onun aklından geçen düşünce-
            ler adeta kendi aklına yazılıyordu. Yeryüzündeki bütün insanlar çocukluklarından
            başlayarak ya bir şeker ya bir pasta ya bir sopa ya da parayla yönetilirlerdi. Bunların
            karşılığında çok şeyinden vazgeçmişti insanoğlu. Ama Umay Ana ve ailesi tanrının
            kutsanmış ağaçlarının emirlerini, aziz dağlarının sesini dinlemişlerdi her daim. Rezilce



                                                                                    85
   80   81   82   83   84   85   86   87   88   89   90