Page 82 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 82

Emir Kalkan Hikâye Yarışması
            gecikilmiş değeri düşünülerek acılar katmerlenmişti. İnsan nefesinden ekmek fırını
            kadar ısınan vagonun içinde üstlerine çığ düşmüş gibi yürekleri donmuştu o gece.
            İsyan çıkaran kalbi, Kırım’da cayır cayır yanan ciğeri, kardeşinin cesedini idrak eden
            buz kesmiş beyni bilinmezlerdeydi o gece. O gece de Kırım’daki son gece kadar ağır
            bir gece olmuştu.
               Umay Ananın anıları depreştikçe içi daraldı nefesi derinleşti. Bunca yıla rağmen
            Kırım’ın kokusu hala burnunda tütüyordu. Nasıl olurdu da geçmişin acıları her gün
            bayat bir küf kokusuyla capcanlı karşısında dururdu. Bir çocuğu memeden kesmek
            gibi bir şeydi bu. Vatansız bir insanın ne dirisi ne ölüsü sığabilirdi dünyaya. Onlarında
            ölüm yolculuğu tam bir ayın sonunda Özbekistan’ da durmuştu. Gelecekleri hakkında
            yalan yanlış doldurulan Özbek halkıda yurtsuz bu insanlara karşı hırçın yaklaşıyordu.
            Orada yaşadıkları dramı hatırlamak istemezmiş gibi gözlerini kapatıp başını salladı
            Umay Ana. Kalbi iyice yüzeyel atmaya başladı. Umay Ana’yı annesi yaşadıkları rezil
            hayattan kurtulması için orda yaşayan Karadenizli bir ailenin yanına katıp Türkiye’ye
            göndermişti. O aile annesine çocukları olmadığını eğer isterlerse çocuklarından birine
            sahip çıkabileceklerini söylemişti. Ama annesi mümkün değil diyerek uzaklaşmıştı o
            aileden. Kızını Türkiye’ye gönderme kararını sığındıkları harabeye iki kızını bırakıp
            ekmek parası için gittikleri günün gece yarsı döndüklerinde vermişlerdi. Umay ana
            o akşam açlıktan ağlayan ateşler içerisindeki kardeşini oyalayıp koynunda uyutmayı
            başarmıştı. Annesi ve babası gece yarısı eve gelir gelmez yorgunluktan hemen uyu-
            yakalmışlardı. Sabahın ilk ışıkları doğduğunda Umay Ana içinde burkulan bir acıyla
            uyanmıştı. Garip bir his dürtmüştü sanki. Gözlerini açar açmaz garipliğin ne olduğunu
            anlamaya çalışarak etrafına göz gezdiren Umay Ana koynunda kardeşinin soğuyan
            bedenini hissedince korkuyla irkildi. Küçücüktü elleri… Moraran küçük elleri… Gülen
            gözleri vardı iri iri… yarı açık tek bir noktaya bakan gözleri… Bu yazgıyı değiştirecek
            duayı öğretmemişti babaannesi…
               İşte o vakit on iki yaşındaki kızlarına da bir şey olmasından korkan ailesi onlara
            ellerinden geldiğince destek olmak isteyen ailenin Türkiye ye dönüş yapacaklarını
            öğrenince gözyaşları içerinde canı gibi sevdiği kızını aileye teslim etmişti. İşte Umay
            Ana Karadeniz’e paramparça olmuş yüreğiyle bu şekilde gelmişti. Vatan hasretiyle,
            aile özlemiyle, babaannesinin hatıralarıyla, kardeş acısıyla gelmişti. Birde ağacının
            dalları vardı aklında. Çocukları olmayan bu temiz insanlar Umay Ana’yı çocukları gibi
            bağrına basmış naif bir sevgiyle büyütmüşlerdi. Yaralarını sarmak için ellerinden geleni
            yapmışlardı. Umay ana bir sabah kalktığında evlerinin önüne bir kayın ağacı dikilmiş
            olduğunu görmüştü. Anne denilmeyi hak eden bu yüce kadına sevinçten ağlayarak
            sarılmıştı. Geceleri Kırım’ı, babaannesinin hikayelerini, ailesini, kardeşlerini ve kayın
            ağacının içinde sakladıklarını anlatırdı her gece ikinci annesi bildiği bu kadına. Aynı



            82
   77   78   79   80   81   82   83   84   85   86   87