Page 79 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 79

Hatice Tarkan Doğanay | Umay Ana
            koluna sildikten sonra sağına soluna bakıp kolları kopmuş bir insan çaresizliğinde ki
            ağacın dallarını gövdesine doğru çekmeyi en mantıklı hareket olduğunu düşünmüştü.
            Sonrasında da gözyaşlarını iyice silip ağacın en yüksek noktasına diktiği gözlerindeki
            ateşi, kâinatın yaratıcısı görsün istemişti. Yeri ve göğü birleştiren ağaçlar adına, yer
            gök aşkına, iyilik saçan yeryüzünün bereketli kadınları aşkına dursundu bu zulüm.
               Yaşlı babaannesinin ince dalgalı sesinden gelen feryadı duyunca ağacı fark ettiğini
            anlamıştı hemen. Başını çevirir çevirmez beyaz geceliğinin üstüne giydiği ceketiyle
            ve çıplak ayaklarıyla dikilen babaannesini görmüştü. Gecenin zebanileri onunda
            ayakkabılarını giymesine müsaade etmemişlerdi belli ki. Yaşlı Umay manzarayı görür
            görmez dövünmeye başlamış sonrada saçını başını yolar gibi ne yapacağını bilemez
            halde bir müddet ellerini başında yüzünde ovalamıştı. Sonra dizlerine hükmetmeyi
            başararak hiç olmadığı dinçlikte ağaca seğirtecek bir güçle dolmuştu. İnce titrek
            sesiyle çıkardığı ağıt etraftaki acımasını yitirmiş onlarca askerlerin çirkin kükreyiş-
            lerinden daha çok canını yakmıştı. Yıllar boyunca kulağından silinmeyen en acı ağıttı
            bu. Babaannesinin yaşlı titrek sesi beyninde yankılanınca Umay Ana’nın gözlerinden
            yaşlar süzüldü. Nasılda kollarını açarak düşmemek için kendini zar zor dengeye
            sokarak topallaya topallaya seğirtmişti yanına. Yaşlı bedenini gözyaşları içinde ağaca
            yaslarken bir eliyle de torununu kendine doğru çekmiş bir elini de ağaca dolamıştı. O
            an ağlayan gözlerle medet umar gibi bakmıştı babaannesinin yüzüne. Dudaklarından
            “ruhumu atalarıma şimdi karıştır ulu tanrım” diye dua ettiğini duyar gibi olmuştu.
            Ölüm korkusuyla başını babaannesi ve ağaç arasına sokmuş içinde sıkışan nefretin
            gücünü farkında olmadan ısırdığı dudaklarından toprağa damlayan kandan anla-
            mıştı. Askerler ailesini birer ikişer zorbalıklarla dışarı çıkarmayı başarmışlardı. Sona
            gelindiğini hissettiren o saatten sonra ölüm gözünde küçülmüştü. Babaannesinin
            ölümünden korktuğu kadar kendi ölümünden korkmamıştı. Bildiği bütün duaları
            okuduğu o anda birden babaannesinin ağıtı kesilmişti. Ağacına yasladığı yaşlı bedeni
            canlılığını yiterek üzerine doğru yığılmaya başlamıştı. Bazen rüyasında babaannesi-
            nin öldüğünü görüp ağlayarak uyanırdı da koşa koşa yanına varır kucağına yatar “hiç
            ölme ne olur” diye ağlardı. Anlattığı hikâyelerle ve o ağacın anılarıyla bağlanmıştı
            ona. Annesine babasına kardeşlerine kızdığı zamanlar olurdu fakat babaannesine
            büyük bir hayranlıkla bağlıydı. Ağacın toprağa saldığı kökler gibi görünmez kökler
            vardı aralarında. Üzerine düşen babaannesini tutmaya gücünün yetmeyeceğini anlar
            anlamaz “babaa” diye bağırmıştı acı içinde çırpınarak. Bir koşuda yanlarına varan
            babasıyla ağacın altına yatırmışlardı babaannesini boylu boyunca. Babasının ne dediği
            anlaşılmayan inişli çıkışlı yakarış seslerini hatırladıkça ruhunu sıkıştıran bir dalga
            gelir otururdu boğazına. Ruhunu teslim etmek üzere olduğu anlaşılan annesinin kah
            boynuna sarılarak kah kalbini duymaya çalışarak ellerini çocuk sever gibi yüzünde
            gezdirmeye başlamıştı. Gözlerini ağacın en uç tepesine diken annesinin morarmış


                                                                                    79
   74   75   76   77   78   79   80   81   82   83   84