Page 76 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 76

Emir Kalkan Hikâye Yarışması
            da insana ulaşırdı. Ve “ağaç insanoğlunun en hakiki dostu, dertlerinin devasıdır”
            demişti. İnsanoğlu ne zaman kıtlık yaşayacak olsa tedirginlik fısıltılarını duyan ağaç
            mavi göğün sularını yere indirerek toprağın ruhunu okşardı. Bu sayede yığınla insa-
            nın karnını doyurur, bağrından fışkıran sularla susuzluğunu gidererek insanoğlunun
            gözlerinin ferine ışık olur otururdu yeşil yeşil. Tanrı varlığını insanın ruhuna aktara-
            rak muhteşem bir dönüşüm hikâyesinin başkahramanı yapmıştı ağacı. İki cihanın
            kutsal köprüsü olduğu için de onu kesmek çok günahtı. Diğer ağaçları kesmek ne
            kadar günahsa kayın ağacını kesmek iki katıydı. Ağaç kesen insan Yüce Sevgi’nin
            kendisine gelen ışığını da düşüncesizce kesmiş olurdu. Başına gelen musibetlerin
            cezasını ise Tanrı’ya keserdi yaptığının cezası olduğunu bilmeden ve böylelikle sadece
            ağaç kesmekle kalmamış olurdu. Balta elinde kesecek ağaç arayan insanlar evinin
            yolunu şaşırmış insanlar gibi gitgide evden uzaklaştıklarını fark etmeyen insanlar
            gibi her geçen gün tanrının şefkatinden de uzaklaştıklarını fark etmezler büyük bir
            girdabın içinde dönüp dururlardı. Ağaç insan ruhunun Tanrıyı gören gözü gibiydi ve
            görüş mesafesi sıfıra inmiş kör bir ruh görmediklerinin cezasını herkese çektirirdi.
            Oysaki her şeyin yaratıcısı Tanrı’da, Tanrı’nın yanına dönen atalarının sesi de bu kutsal
            ağaçta gizliydi. Kökleriyle yeraltını, gövdesiyle yeryüzünü, dallarıyla da gökyüzünü
            birleştiren kayın ağacı şu yeryüzünün en kutsal bağlantısıydı apaçık. Üç dünyayı
            birbirine bağlayan, titreşen yapraklarından çıkan sesle Tanrı nefesinin sureti gibi
            insanoğluna ayna olan ağacın etrafında birleşerek dua eden atalarının çocuk umması
            kadar doğal ne olabilirdi. İnsanoğlu yaratıcısıyla yüz yüze gelmeye ihtiyaç duyardı
            işte o yüzdende ölümden sonra rastlaşmayı umduğu Tanrı’nın nurunu ölmeden öncede
            görmek isterdi. Bu bir gereksinimdi. Bu sebeple de ağaç, bir ata gibi, bir çocuk gibi
            bir tanrı gibi dualar eşliğinde sevilmeye insan eliyle yapılmış bir kabeden daha layıktı.
               Umay Ana gözünü daldığı noktadan ayırmadan kayını okşadı yine. Kimi çocuğu
            gibi bağrına basardı bağrına ağacı, kimi atası, kimi eşi gibi. Babaannesi gölgesinde
            eşini kaybettiği o ağaca adeta eşini sever gibi dokunurdu hatta dertleştiğine bile
            şahit olmuştu. Eş annelerine kayınvalide babalarına kayınpeder kardeşe kayınbira-
            der denilmesinin nedeni kayın ağacının kozmik kutsallığından geldiğini öğrenmişti
            babaannesinden. Ah! Diyerek ince bir iç çekti, cennette olmalı şimdi diye düşündü.
            Tepe noktası gözle görülmeyecek kadar gökyüzüne uzanan ağaçlar cennetin yolunu
            gösteren mukaddes varlıklardı. Cennet ise her zaman Ulu Tanrının yanı başındaydı.
               Umay Ana istediği vakit daldığı anılarından kurtarır umuduyla tutunduğu ağacı
            okşamayı bırakarak kendini adeta geçmişe teslim eder gibi sandalyesinde geriye yas-
            landı yaylanın patikalara ayrılan yollarına gözlerini dikti. Mum alevi titreyişindeki
            gözleri gitgide belirginliğini yitiren manzaraya dalar dalmaz perde açıldı aynı oyun
            oyun yine başladı. Umay Ana’nın ela gözlerindeki fer giderek azaldı. Sürgün gecesi-



            76
   71   72   73   74   75   76   77   78   79   80   81