Page 81 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 81

Hatice Tarkan Doğanay | Umay Ana
            hama dayanamayan yaşlılar birer birer ölüyor cesetlerini ise askerler vagondan aşağı
            atmışlardı. Umay Ana’nı kendinden bir büyük abisi küçüklüğünden beri ağır astım
            hastasıydı. Onlarca insanın arasında nefes alması gittikçe imkânsız hale gelmiş ve
            morarmaya başlamıştı. İki yaşındaki açlık çığlıkları atan kızını kucağında zapt etmeye
            çalışan annesinin çaresizliği dün gibi aklındaydı hala. Nereye götürüldüklerini belli
            olmayan bu insanlar evlerinden barklarından edilerek vatanlarından sürülmüşlerdi.
            Bu ölüm treninde nereye götürülüyorlardı. Vatanlarından koparılıp kimlerin vatana
            yerleştirileceklerdi. Kendi vatanına kabul edilmeyen insanları kim kabul ederdi.
            Vatansız insan bu gezegene ait olmayan ucube gibiydi. Büyüklerin kafasını bu sorular
            kurcalarken küçük Umay babaannesini düşünüyordu. Dudakları kıpırdarken görmüştü
            onu ölmüş olamazdı yada ona mı öyle gelmişti. Babasına “öldü mü” diye sormuştu
            fakat karşılığı babasının boş bakışları olmuştu. Onlar gittikten sonra belki de doğru-
            lup yine ağaca yaslanmış uzakları izleyerek oturuyordu. Eğer askerler boşalan evlere
            tekrar gelmemişlerse babaannesi yine evlerinde yaşıyordu. İçin için ağlayarak açlığa
            susuzluğa dayanmaya çalıştı ama abisi onun kadar şanslı değildi. Altıncı günde iyiden
            iyiye sararıp soldu ve o bir gece ansızın babasının kucağında üst üste aldığı yarım
            nefeslerle ağzı köpüklerle dolmuş gözlerini başına dikerek gitgide nefessiz kalarak
            kollarına yığılmıştı. Büyük abisi kuş kadar kalan kardeşini kaptığı gibi vagonun üst
            kısmındaki küçük pencere deliğine kaldırmış “nefes al” söylemlerini yineledikçe
            sesi yükselmeye başladı ki bu ses bir müddet sonra aslan kükremesine dönüşmüştü.
            Babası da boğucu bir acıyla oğlunu kaldırmaya destek veriyordu. Annesi bağırıyor
            kardeşi ise hiç susmuyordu. Vagonlarda her bir aile benzer dramı yaşadığı için diğer
            insanlar açlığın verdiği halsizlik, insanlıktan kovulmuşluğun verdiği hükümsüzlük,
            uykusuzluğun verdiği sersemlik sebebiyle duyguları alınmış gibi tepkisiz bakıyor-
            lardı bütün bu olanlara. Eller üstünde bir damla nefes alması için uğraşılan abisini
            yere indirdiklerinde artık nefes almadığını gördüler. O an yer kabuğu zangır zangır
            sallanmış, dünyanın içi dışına çıkmış da ortalığa çıkan pisliği gökyüzünü, yeryüzünü
            güzel olan her şeyi kirletmiş gibi berbat kokuyordu. Küçük kardeşini derhal annesinin
            kucağından almış annesinin kucağına yatırılan abisinin mosmor kesilen cesedine
            bakıp bakıp ağlıyordu. Şaka gibiydi son bir haftadır yaşadıkları. Daha geçen hafta
            kardeşiyle birlikte annesine ve babaannesine kırlardan birer buket çiçek toplamışlardı.
            Sen mi vereceksin ben mi diye aralarında münakaşaya girmişlerdi de abisi ikisini de
            kardeşinin vermesine razı olmuştu. Aklına geldi çiçeği verirken yanında duruşunu
            hafif boynu bükerek içine kazıdığı o masum bakışları. Keşke ikisini de o verseydi yada
            birini vermiş olsaydı en azından. Nefret etmişti o an kendisinden. Abisinin o günkü
            bakışları içindeki pişmanlığa ilişerek büyümüş büyümüş tonlarca ağırlığındaki koca
            bir yük kamyonu gibi yüreğine oturmuştu. Abisiyle ilgili her şey parçalara bölünmüş
            bir fotoğraf karesine dönüşmüştü. Her birine ayrı ayrı anlam yüklenmiş, iade edilmekte



                                                                                    81
   76   77   78   79   80   81   82   83   84   85   86