Page 84 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 84
Emir Kalkan Hikâye Yarışması
için akın etmişti. Çocuk hasretinden her gün ağlayan bir kadına yeni doğan bebek
büyüklüğünde bir okunmuş bir taş verip bağrına basmasını istemişti. Taşın içindeki
soğuk kütle insanın içindeki alevi söküp alan insanı yenilgiye uğratmayarak taş gibi
sağlam ederdi. Bir müddet sonra gözyaşı dinen kadının içine çöreklenmiş korku
tohumları dağıldığı için vücudunun çalışma düzeni normale dönmüş ve birkaç yıl
sonra da kendiliğinden çocuğu olmuştu. Umay Ana bu yöredeki tüm köylülerin sevip
saydığı anaları olmuştu.
Umay Ana’da yıllar içerisinde alıştığı bu insanları kendi bedeninden bir parça gibi
gördü. Hele ki bu orman ve onun serin esintisi yüreğinin acılarını ferahlatan en aziz
şeydi. Akşam kızıllığı yüzüne vuran Umay Ana ormanın sesini dinledi. Her zaman
garip bir telaş sarardı onu bu vakitlerde. Börtü böceğin gittikçe yükselen sesinde bir
ısrar kuşların ötüşünde garip bir hüzün! Derinliklerinden gelen kurt, çakal seslerine
birde uzaktan gelen çan sesi de eklenince Umay Ana’nın zihnindeki ormanın yeşili
birkaç ton daha koyulaşır domuz ya da ayı sesleri de katıldıysa bu senfoniye ormanın
rengi gökyüzüyle birlikte haberleşmiş gibi bir anda karaya çalardı. Akşamın zilleri
gibiydiler. Ona zindelik veren güneşin doğuşunu izlemek her zaman zevk verirdi lakin
hüzün veren batışını izleme isteği de tamamen güneşe olan tutkusuna gösterdiği bir
vefaydı. Yoksa sevmiyordu güneşle vedalaşmayı. En sevmediği an ise ağır ağır dünya-
dan uzaklaşan güneşin akşam karanlığını boşluğa basmış da tökezlemiş gibi hafif bir
baş dönmesi hissi vererek belleğinin önüne biranda sermesiydi. Az önceki aydınlığın
aniden yok olarak karanlığın, gözleri ışıldayan bir zenci suretine bürünmüş izbandut
gibi karşısında dikildiğini hissederdi bu dakikalarda ve bu durum ona her seferinde
ürperti verirdi. Dünyaya gökyüzünden inen siyah siluetlerin köşe kapmaca oyununu
oynayan gölgeler gibi belli bir telaş içinde oraya buraya yerleşmesiyle yeryüzüne
iyice hakim oluyordu karanlık ve nihayetinde de muhteşem manzarayı karanlığa
gömerek akşamdan geceye dönen o garip ana yer yer hüzün yerleştiriyordu. Hüzün
veriyordu vermesine de ormanın sesi nefesi can olup yetişiyordu Umay Ana’nın pır
pır atan kalbine. Karanlık, rengini iyice zifiriye çalınca zenci izbandut ve yeryüzünü
gasp eden gezgin siluetler ortalıktan kayboluyordu hayat normal seyrine dönecekti
bilirdi bunu. Ama bu akşamüstü dağların sesini dinlemek istediği için ayakları bir
türlü gitmiyordu eve. Kendi sessizliğini bastıran dağların uğultusu gibi sadık bir
dostu gündüzleri küçük esintiler getirir fısıldardı kulağına, geceleri ise karanlığın
cisimleri. Umay Ana ne zaman dağların sesini duysa ah çekerdi. Kimi zaman dağların
neşesini kimi zaman kederini dinlerdi bu fısıltılarda. En az kendisi kadar dertli bir
hali vardı ki bunu bazı geceler ıslığını ince ince uzatmalarından bazı gecelerde ise
hiddetlenerek homurdana homurdana camı kapıyı dövmesinden bilirdi. . Dağların
uğultusunu dinledikçe aklı başında bir pirin nasihatini dinler gibi dinleyen Umay ana
84