Page 73 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 73

Hatice Tarkan Doğanay | Umay Ana
            ayrımları görülüyordu. Evin sağında ve solunda yaylaya sınır çizen ormanın yeşil yeşil
            uğuldayan ağaç kümeleri göz alabildiğince yükseliyordu. Arka tarafı çevreleyen
            ormanın ise eve mesafesi daha yakındı. Umay Ana çam ağaçlarının ağırlıkta olduğu
            ormandan gelen reçine kokusunu içine çekti gözlerini kapatarak ve derin derin nefes
            aldı. Oturduğu yer etrafını çevrelemiş ormanın iki köşesine de hâkimdi. Bu orman
            onu hayata bağlayan yegâne varlık gibi her sabah karşısında dururdu. Karanlık orma-
            nın üzerine vuran güneşin onca ışığından yalnızca birkaç huzmesi mabedine girebi-
            lirdi. Bağrına aldığını saklayan koruyup kollayan anaç bir anne gibiydi. Gördüğü bu
            muhteşem güzelliği tam anlamıyla kavrayamadığını düşünürdü bazen. Lakin bu
            muhteşemlik her daim yüreğinin kıyılarında gezinen surete bürünmüş coşkulu bir
            his gibiydi çoğu zaman. Ki bu coşkulu heyecan kalbini kıpı kıpır hoplatan, ensesinden
            gelen bir fısıltı gibi sesini duyuran, üfürülmüş bir nefes gibi kendini hissettiren hey-
            betli gücün varlığından başka bir şey değildi. Dünyayı kendi suretinde yaratan Yüce
            Sevgi, varlığını sonsuz haz ve sonsuz güzelliğin içine itinayla yerleştiriyordu. Her
            şeyin hâkimi olan Yüce Sevginin esintisini duyan kimse ne karanlıkta kalırdı nede
            yapayalnız olurdu. Bu cennet yöre uzun süredir yalnızlık çeken kalbine merhem
            olmuştu. Her ağaç, bahçesine ektiği her bir mısır püskülü ve lahana yaprakları çiçek-
            lerden bir demetti sanki ve etrafına yaydığı güzel kokular deryasında süzülür gibi
            yaşıyor olmaktan da son derece memnundu aslında. Ormanın iç kısımlarında irili
            ufaklı uçurumlardan aşağı süzülen şelalelerin sesi, işitme duyusunu henüz yitirme-
            miş Umay Ana’nın kulaklarında çağıldıyordu. Gençliğinde nerde hangi şelale var
            bilirdi kendince isimlerde vermişti onlara hatta. Kimisi ağır ağır sessizce salınırdı
            aşağıya kimisi köpüre köpüre büyük bir coşkuyla dökülürdü. Şelalelerin coşkusu,
            yaprakların hışırtısı, ot çıtırtısı, börtü böcek sesleri ormanın inceli kalınlı uğultuları
            Kırım’ın çoluk çocuk neşesi gibiydi. Ve ormanın derinliklerinden yükselen bir sis
            günün her hangi bir saatinde gezinip dururdu. Sis bulutunun sağından solundan
            fırlayarak buluta kafa kol şekli çizen çam ağaçlarının dalları doğaya kartpostal görün-
            tüsü veriyordu. Bazen enlemesine uzanan geniş bir sis iner dağların önüne set gibi
            gerilirdi. Ortalık koyu yeşile boyanır ve doğanın sesi hırçınlaşırdı sanki o vakitlerde.
            Umay Ana gözlerini gökyüzünden indirip ormana ve yer yer yükselen kayalıklara
            baktı. Bu kayalıklara çarpa çarpa uğuldayan dağların sesi hiç hesapta olmayan yal-
            nızlığına eş olmuştu. Dağların uğultusu ormanın içinden yükselerek yaylanın ta aşağı
            kısımlarına dolanan vadinin sesiyle bir olup Umay Ananın ruhuna doluyordu. Umay
            Ana için dağların uğultusu toprağın iniltisi surete bürünmüş varlıklardı her zaman
            zira küçükken babaannesi dağların, ağaçların, taşların bile bir ruhu olduğunu anlat-
            mıştı ona. Dalları kesilmiş bir ağaçla kesilmemiş bir ağacın insana diyecekleri şeyler
            ayrı ayrıydı ve sesini duyabilen insanoğluna gözyaşını bile gösterirdi eğer isterse.
            Babaannesi henüz altı yaşlarındayken evlerinin önünde, titreşen söğüt ağaçlarının



                                                                                    73
   68   69   70   71   72   73   74   75   76   77   78