Page 68 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 68

Emir Kalkan Hikâye Yarışması
            birine ve “Sarı Kabak gel aha huraya” Geldi keçi. Hem Kadın Hem Elif olanın al kadife
            şalvarına sürtündü, nazlandı, yalandı. Nasırlı eller al şalvarın cebine uzandı pazen
            bir kese çıkardı. Kesenin düğümünü çözüp boğumlu ağzını açtı avucuna ak billur
            tuzu doldurup Sarı Kabak’a uzattı. Yalandı nazlandı keyiflendi kıl keçi göğüsleri dolu
            dolu süttü. Dibinde oturduğumuz meşe dalından bir uğur böceği düştü kolumun tam
            üstüne ölmüştü. Silkeledim yere düştü. Ayağımın tam ucuna. “Bak adı var sanı yok
            şimdi” dedi kanadının biri ezilmiş benekleri sarı uğur böceğine kara bulutu andıran
            gözlerini dikerek. Ok gibiydi bakışları. Kınında beklemekten sabrı tükenmiş bir deli
            ok gibi. Kınalı saçlarının kırlaşmış aklaşmaya yüz tutan bir tutamı, gelin oyalı mor
            çekisinin altından şakaklarına salınmıştı. Yüzünde. Yüzünün her yerinde derin bıçakla
            kesilmiş kadar derin ve anlamlı çizgiler vardı. Aramaya gelmişken aranıyor, bulmaya
            gelmişken bulunuyor, sormaya gelmişken soruluyordum. Gitti keçi. Kınalı kınalı. Bir
            diğeri geldi sonra. “Kısır ala” dedi. “Kısır” dedim. “Kuzulamamış. Adı var sanı yok!”
            dedi. “Yavrusu mu yok yani?” “Yok!” “Sadece kadın yani–kısır kadın– dölsüz kadın.
            Dölsüz avrat mısın, kadınsın zağar. O vakit adın var sanın yok işte!” “Çocuğu olunca
            mı değerli olunuyor göçerlerde, sizin dilinizde Sarı keçili Yörüklerinde.” “Senin gel-
            diğin yerlerde değerli mi kadın yoksa sadece adı sanıyla mı var? dedi. “Kadın elbet
            değerlidir modern yaşamda şehirlerde yerleşik hayatta. Okur. Okutulur. İş hayatında
            yer alır. Misal ben mesleğimle alakalı buradayım, yerleşik hayata geçmemiş göçerlerin
            yaşamlarını yazıyorum” “Okuyabiliyor musun bari?” “Okuma yazmayı biliyorum elbet.
            Gazeteciyim” “Yazıyı okuyorsun tamam. Ya yazılanı! Onu da okuyabiliyor musun?”
            Sustum kaldım. Yemin ederim biri benimle dalga geçiyordu. Yazılanı okumak kimin
            harcıydı ki benim olabilsin. “Aha şu mor dağların Torosların eteği kırk yıldır saklar bizi
            suyunu serer yıkar gönlümüzü, dikeni besler kuzumuzu, kızı adam eder oğlumuzu,
            toprağı sarar yaramızı, çiçeği unutturur acımızı, kınamızı karar pınarından çıkan
            gamzeli su, kayalardan başka duyan mı var aşığın acısını– kadının acısını–ölümün
            acısını– dölsüzlüğün/dilsizliğin/elsizliğin acısını… Okumak hayatı okumaktır benim
            dilimde. Elin yazdığını gözünle sürmelemek değil. Okumak yazılanı gönle sürüp
            hakikat suyuyla çitilemek ve içe sindirmektir. Okumak; Her şeyin aşk ipliğiyle düğüm-
            lendiğini fark edip öylece yaşayıp gitmektir… Dölsüz ve elsiz olsan bile!
               Duru bir su bulandı içimde. Kuytularında kayboldu ümit viran olmuş gönlümün.
            Kınalı ellere kor düştü yine. İçimin kırık dallarına tünemiş tüm serçe kuşları uçup
            gitti gelmeyen yâre doğru. Sakladığımı açık etti bilmeyen. Bilmediğini düşündüğüm
            ama benden önce bilen. “Sevdin mi” dedi. “Sevdim” dedim. “Öldü mü” dedi. “İçimde
            öldü” dedim. “Benim içimde hep yaşar. Yaşatırım. Başka el bilmez elim” dedi. “Ölmedi
            o vakit” “Öldü. Ben de yaşar. Yaşatırım. Hatta tüm obada yaşar. Dölsüzüm. Elsizim.
            Ama ersiz değilim şükür. Erim yüreğimde. Yüreğim toprağın derininde her vakit
            çiçek olur kekik kekik kokar sevenlerin duasında” “Ondan mı çocuğun yok” dedim.


            68
   63   64   65   66   67   68   69   70   71   72   73