Page 69 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 69

Nur İpek Önder Mert | Nef/es

            bir damar çatlamış, usul usul başlamıştı kanamaya. Aralarında açılan kısacık
            ve bir o kadar uçsuz mesafe, ölü bir ummana dönmüşken, o, Nun noktasıyla
            halkalanmıştı yüzeyi, yeniden durulmuştu sonra.
               Anlar aralarına sonsuz zamanlar sığdırırken, şöminede yanan odunların
            çıtırtısından başka konuşan olmadı. Müşterek bir susuşta buluşmanın sözleş-
            mesini ilk Garîb bozacaktı.
               “Baba, ben gidiyorum. Müzehhip Sepehri’nin yanına. Tezhip sanatını öğre-
            neceğim.”
               “Hattı yarım bırakarak mı?”

               “Hat hiç bitmeyecek. Hiçbir zaman senin benden beklediğin mertebeye
            erişemeyeceğim, anla.” Burnundan inen incecik koyu bir damla kanı, elinin
            tersiyle sildi.
               Farhad Bey’in gözünden kaçmamıştı. “Seni büyütecek ve belki de iyileştire-
            cekti hat.” dedi oğlunun burnundan süzülen kanı işaret ederek.
               Kalkıp, etrafa bakındı Garîb. Masadaki mürekkebe bulanmış çaputu alarak,
            burnuna bastı. “Yine hastalığımdan mı dem vuracaksın? Bana acıdığın gerçeğinin
            ağırlığıyla mı basacaksın üstüme? Yapma baba, eziliyorum.” Odanın ortasında
            yılkı atı başıboşluğunda dolaşmaya başladı. “Adımı dahi Garîb koyman…”
               “Garipliğinden değil ya, nefsi terbiyeden. Melamet neşesi, kibre ve yücelik
            hırsına değil, yalınlıktaki muazzamlığı anlama özlemine dönük, oğlum. ”
               “Ne kalpten deyiş! Demeyle olsa… Yüreğin senin demir örsün baba, fikrin
            çekiç ki benim biçare varlığım onların arasında ışıldayacağına büsbütün un
            ufak oluyor. Ben bana daha iyi gelecek bir yolculuğun varlığına inanıyorum.”
               “Senin alâka duyduğun yoldan süreyim o vakit dilimi. Tezhipte, müzehhip
            çırakları ilkin yaprak yaprak altını saatlerce havanda dövmeyi öğrenirler. Un ufak
            ettikleri altını su ve zamk ile sulandırır, ondan sonra hat çerçevesini altınlamaya
            geçerler. İşte benim de sence muğlak benliğim, baba olmanın çıraklığında, kendi
            madeninden işleyeceği yaldızı meydana çıkarma gayretinden ibaret.”
               Garîb, babasının sağ omzundan fısıldarcasına döktü gönül aynasının ardındaki
            sırı. Artık her şey şeffaftı. “Benliğini bana adamakla, tam aksini yapıyorsun,
            baba. Hem beni hem kendini siliyorsun, bizi siliyorsun ve göremiyorsun.”




                                                                                    69
   64   65   66   67   68   69   70   71   72   73   74