Page 70 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 70

Hasan Nail Canat Hikâye Yarışması

               “Gel, gel otur karşıma.” dedi Farhad Bey. Garîb yeniden karşısına geçip
            oturduğunda biraz daha yumuşadı sesi tonunun. “Babam beni daha tek heceye
            dilim dönmeden bırakıp gitmiş, oğlum. Çerçevesiz, çalakalem çizilmiş bir harf
            gibi kalakalmışım ortasında her şeyin. Nereye sokulsam manalı bir kelime etmem
            diye sana adadıysam, sana yasladıysam şimdi yüreğimi, yazıyı görünür edenin
            kenarındaki yaldız olduğunu bilmemden. Ben ömrümün son ikliminde olsun,
            sende görünmek istedim. Senin ışıltında, senin kattığın değerle. Sen de bunu
            göremezsin... Şimdi gidebilirsin.” Gözlerinin içine baktı. “Belki bana sapa gelen,
            sana doğru olur, kim bilir. Git, kendini yoluna ada.” diye ekleyerek ayaklandı.
               Çalışmaya koyulmak üzere masasına doğru tereddütlü iki adım attı Farhad
            Bey. Cepkeninden düşmek üzere olan cep saatini zamanı tutma gayretiyle zin-
            cirinden yakalayıp yerine yerleştirdi. “Tan vakti çıkarsın.”

               “Şimdi gitmek istiyorum.” diyerek doğruldu Garîb. Kalbi başka söylese de
            ayak diremişti. O an gitmezse, hiç gidemeyecekti; soğursa yüreğinde cesareti,
            yerini devralan her duygu birer bukağı takacaktı ayaklarına. Kapıya doğru hızlı
            adımlar attı. Masasının başına geçmekte olan babasına, onu son kez görüyor-
            muşçasına kederle baktı.
               Onaylar gibi ağır ağır başını salladı Farhad Bey. Kalemini maktadan aldı,
            önündeki sarı kâğıdın üzerinde yayılan mürekkep lekesiyle göz göze geldi.
            Kusurunu görmenin farkındalığıyla gülümsedi. Şeyler ve kimseler kusursuz
            değillerdi, babalar, oğullar, saatlerce başında ter dökülmüş yazılar, bir türlü
            hacmini muhafaza edemeyen ve sonsuza dağılan noktalar, kar tanelerine yenilen
            yalnız vahlar ağaçları…
               Kapıdan çıkmışken geri döndü Garîb. “Son bir şey demeyecek misin?”
               “Diyeceğim öğüt değil, rica. Ömür dediğin nefes sayısı kadarmış. Hat icra
            etmek, işlenen her harfle, bu sebepten ömrü uzatır, derler. Hatırına düşersem
            tut nefesini, olur mu, unutma. İnsan, unutur ya…”
               Kandil kurudu, ışığı söndü, karşılıklı suretlerini iki gölgeye döndürdü, kör-
            leşti bakış.
               Farhad Bey, Müzehhip Sepehri’nin yıllar evvel vefat ettiğini Garîb’e diye-
            memişti. Onun gözlerinde büyüyen yangında, zat ve sanattan ziyade ruhunu
            bulacağı mekâna, belki de mekânsızlığa kavuşma arzusunu görmüştü. Onun
            derdini, hâlden hâle seyyah olmanın otayacağını sezmişti. Garîb hastaydı;



            70
   65   66   67   68   69   70   71   72   73   74   75