Page 71 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 71

Nur İpek Önder Mert | Nef/es

            karaciğerinde habis maraz, kızıl safradan mustarip, hekimin dediğince doğması
            mucize evlat… Belki iyi olurdu.

               ***
               Merhum müzehhibi bulma umuduyla, onca sene, ırak illerin yolunda karalar,
            iklimler geçti Garîb. Kulağında babasının sözleri; her duyuşta, tuttu nefesini.
            Nefesle tasarruf ettiği anlarda çoğaldı, onunla bir oldu. Kendini bulacağı vakte
            taşıdı ondan aldığı güçle ruhunu. Dilsiz vadilerinden geçti yaşamanın. Bir kez bile
            kanamadı burnu, ta ki Hiçlik Yar’ından izlediği Olma Çölü’ne ayak basana dek.
               Boz bir atın sırtındaydı. Hafiften esen rüzgâr kum tepelerinin yerini değiştirir-
            ken, susuzluktan çatlayan dudaklarına tuz çalıyordu. Güneş, tüm gök cisimlerini
            yutmuşçasına yırtıcı, ışıktan pençelerini açmış pikeler yaparken üzerine tümüyle
            yitirdi direncini, boz atın sırtından yere düştü. Sağrısında özgürlüğün kamçısını
            sezen at, o esnaya sığdırdı sır gibi yok oluşunu.

               Garîb son takatiyle doğruldu. Bedeni dik, gölgesi eğikti kumların üzerinde bir
            cenin gibi... “Vav!” dedi. Vaktiyle sabırsızlığına yenik düşüp, yazmayı bıraktığı
            o tek harf.
               Dudaklarının nemlendiğini hissetti, ardından büsbütün yıkandığını. Bir
            ömrün susuzluğu, kana kana doyuyordu şimdi. Dimağından doğup, bedenine
            dökülen kızıl bir nehir taşırıyordu benliğinden. Gövdesinin askısındaki urbayı
            al tennureye döndürüyordu ve eteklerinden bin kola ayrılıyordu sonra o kızıl
            nehir. Usul usul sızıyordu uzakta, çok uzakta Olma Çölü’nde açan kısa otlu
            çayıra. Serap ya da vaha…
               Çayırın buhur gibi tüten yeşil tazeliği, Garîb’i kendine çekti. Gölgesi de yerde
            doğrulmuştu o an al tennurenin içinde. Zihninde yankılandı gölgenin sesi. “Lâ
            ve illâ…”
               Gölge önde, o arkada, bir adım, bir adım daha derken, yedinci adımda
            yeşilliğin ortasında buldu kendini; öyle ki, buldu kendini. Karşısında Elif gibi
            dik, ince, uzun, gencecik bir adam... Bal sarısı gözlerinde aşina, toy bir bakış
            parlatıyordu. An içinde, gençliği kadar koyu mürekkep süzülen burnundan yere
            bir damla düşürdü Garîb. Eğildi, otların arasındaki katre lekeye baktı. Olan
            biten her şeyi içine sığdırmışçasına yüklüydü, yarım kalan her şeyi tamamla-
            mışçasına oylumlu bir nokta...




                                                                                     71
   66   67   68   69   70   71   72   73   74   75   76