Page 97 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 97
Şule Keleşoğlu | Âdem’in Çocukları
Yapamadı. Döndü, bir daha baktı ardına. Kapının kenarındaki dikiş makinesini
okşadı. Eliyle işlediği kanaviçede kuşlar suskun, menekşenin boynu bükük...
Acem halısında nakışlar mahzun… Bahçede erik ağacı...
Pikap hareket etmek üzereydi. Dudakları mırıl mırıl dualarla titredi. “La
tahzen innallâhe meâna!” Cümle duaları bir “âmin” le mühürleyip evine doğru
üfledi. Leyla suskun, şaşkın… Çocuk yüreği kafesinde pır pır… Eli, cebindeki
sihirli (!) taşta…
Önde, şoförün yanında, iki ihtiyar oturuyordu. Hemen karşısında üç çocu-
ğuyla bir kadın, birkaç adam… Çevre köylerden insanları toplaya toplaya var-
mışlardı Azez’e. Eski pikap hırlaya hırlaya düştü yola. Toprak yoldaki her kasise
girerek… Ağır aksak ilerlediler. Sınıra yakındılar. Gel gör ki ansızın yaşanan
patlamalar, düşünmeden yola düşmeyi engelliyordu. Yol boyunca Leyla’nın başı
omzunda göğe baktılar. Önce kocaman burnuyla bir fil, ateş saçan bir ejderha,
sonra da bir kedi yavrusu gördüler. Yaz sıcağında pişen başlarını, kuruyan
dudaklarını mataradaki suyla ıslattılar. Çok geçmedi üstünden kulakları sağır
eden bir sesle sarsıldılar. Pikabın camları şoförün, içeride oturan ihtiyarların
üzerini bir yorgan gibi kapladı. Ufak tefek kesikler dışında, bereket, kimseye
bir şey olmadı. “ Hayat arzusu” yılkı atları gibiydi, gem vurulmaz, vahşi…
Geri dönmeyi düşünmediler. Aralarında yapılmış sessiz bir sözleşmeyle herkes
yeniden yerini aldı, daha suskun, daha tedirgin…
Sınıra yakın terk edilmiş bir fabrika binasına kadar geldiler. Yuvasından
fırlayan hamam böcekleri gibi bir dakika içerisinde boşaldı külüstür. Şoförün
elindeki poşet bir yığın değerli eşya ile doldu. Fatıma da ana yadigârı saatini
çıkarıp attı düşünmeden. Canına yandığımın dünyasında bedelsiz iyilik yoktu.
Eski demir kapı bir karış aralandı. Gagaya benzeyen kemerli burnuyla çirkin
sayılabilecek bir adam gelenlerden emin olunca kapıyı açtı. Leş gibi bir sıcak
hava dalgası yaladı yüzlerini. Çemberiyle kapadı ağzını, içeri girdiler. Yüksek
tavanlı, büyükçe bir salonda loş ışığın altında yüzü aşkın insan; gülüyor, ağlıyor,
konuşup şakalaşıyor. Asla durmadan dönen hayat çarkını çeviriyordu. Kimisi üç
gündür, kimisi bir haftadır küçük gruplar halinde sınıra yürümeyi bekliyordu.
Bazısının sabrı taşıyor, küçük itiş kakışlar yaşanıyordu. Çiş, açlık, korku…
Kokuların ve duyguların birbirine karıştığı, ufak bir mahşer mizanseni… Beş
günün sonunda Fatıma sivri gagalı adama yanaştı. Nasırlı ellerine altın bir kolye
97