Page 101 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 101

Mükrime Dilekçi Zengin | Ceviz Ağacı

            Nazım deriz.” Fahri amca yoluna devam ederken polis, Deli Nazım’ın kolunu
            ısrarla tutup yerinden kaldırmayı başarıyor. “Kalk amcam kalk, Piraye bugün
            gelmeyecek.”
               Biraz sonra ağacın etrafını kırmızı şeritle karantinaya alıyorlar. Artık ceviz
            ağacından çok toprağını gözetliyorum. Eski güpürlü krem perdenin arkasında
            saklambaç oynayan bir çocuğum. Polisler aniden kafasını eski ahşap pencereye
            kaldıracak ve “sobe” diyecek diye ağlamaklı bir çocuk… Camın önünde bek-
            lerken kapımın zili çalıyor. Zeliha teyze içeriye geliyor. Hal hatır faslı uzuyor
            ve hazırladığım kahvenin değil de dedikodunun tadını çıkarmak istercesine
            yavaş yavaş yudumluyor ve telvesini parmağının ucuna dolayarak yiyor. “Adam
            öldürmüşler, diyorlar. Sen ne dersin?” “Nereden bileyim teyzem. Kim duymuş
            adam öldürüldüğünü ki? Kim şikâyet etmiş?” Kadıncağız bakışlarıyla beni süzüp
            gözlerini başka yöne çeviriyor. Sonra çok da dayanamayarak dudağının ucunda
            eziyor kelimeleri. “Pek bi rahatsız oldun sanki!” “Anlayamadım, teyze” diyorum
            ki cümleleri tekrara boğmak istemezcesine “Neyse tutmayayım seni de torunlar
            okuldan dönecekler, bakayım.” diyerek acele acele terliklerini ayağına geçiriyor.
            Camın önüne dönüyorum. Kırmızı şeritler kalkmış. Sırrımı alıp götürdüler mi?

               İlk erkek arkadaşımdı. Hayata merhaba dediğimde bana merhaba diyen ilk
            erkeğim. Sadece elimden değil, mutluluk ve sıkıntılarımın da elinden tutanım.
            İlk masal kitabımdı. İlkokul yıllarımda her akşam ya siyah beyaz ya da renkli
            resimleri olan masal kitabı getirirdi. Renkli olanları biraz daha pahalıymış.
            Başkasına söylerken duymuştum. Bana sorardı. “Hangisinden alayım?” “Fark
            etmez.” dediğim halde renkli masal kitaplarını ayrı bir heyecanla beklerdim.
            Nereden bilecektim ki yıllar sonra bir gün onsuz kalan hayatımı siyah beyaz
            geçireceğimi ve hayatın bu kadar yalın kalacağını. Oysa ne yer ne de gök tek
            rengin sömürgesine bırakılmıştı. Evet ya… Semayı bile maviye kilitleyen bizler
            değil miydik? Gökyüzü ne renk? diye sorulduğunda cevabımızı maviye koştu-
            ran da kimdi? Oysa siyah, beyaz, mavi, kızıl ve daha nice renklerle oynayan
            gök değil miydi? Gökkuşağı, yedi rengin dansını nerede yapıyordu? Benim
            hayatım ise siyah ve beyaz ile sözleşmişti artık. Unutabilir miyim? Lisedeyken
            hastalanmıştım. Hastaneden çıktık biraz yürümüştük. “Ne yemek istersin?”
            diye sordu. Vitrinlere bakarken kollarına düşüp bayılmıştım. Uyandığımda
            çok hızlı koşuyordu. Sanırım hastaneye dönüyorduk. Yanımızdan geçenler
            bize bakıyordu. O kimseye bakmıyordu. Sadece bana bakıyordu. Kollarında
            boyuna yaklaşmış koca kıza bakıyordu. O, en yakın komşumdu da. Bir gün

                                                                                    101
   96   97   98   99   100   101   102   103   104   105   106