Page 426 - Kayseri Ansiklopedisi Cilt 3
P. 426
KAYSER‹ ANS‹KLOPED‹S‹ KAL / 417 [1377]
“Bu Cıngıllıoğlu’nun!”
“Bu Bayazıtoğlu’nun!”
“Bu Halil Efendi’nin!”
“Bu Fikret Ağa’nın!”
“Bu da farelerin!”
Fareler bizdik ve farelere ait olanı kolayca ulaşabileceğimiz bir yere asardı. Konuklarının olmadı-
ğı boş zamanlarında peynir leğenlerinin başına oturur; dilimler, tuzlar, süzer, keser, çömleklere
basar, artan peynir dilimlerini de toplayıp bir kaba doldurur, ağzını kapatır, tezgâhın altına saklar.
Bu ona haftada bir iki kez uğrayan ‘ahbapların’ hakkıdır. Ahbaplarım dediği, yaşlı yoksul kadın-
lardı. Hazırladığı peynirleri kimseye göstermeden onlara takdim eder, onlarla hâlleşir, gönüllerini
alırdı.
Bazen peynir leğenlerinin başında, bazen sandalyesinde otururken kendi kendine söylenirdi. Pek
de sessiz olmayan bu söylenmeleri bizler de işitirdik. O da duymamızı, öğrenmemizi isterdi zaten.
Hep uyaklı, kafiyeli sözlerdi bunlar:
Ne verirsen elin ilen o gider senin ilen
Âdemi Âdem yapan üç harfle beş noktadır.
Sultan Süleyman’a kalmayan dünya
Sana mı kalacak behey avanak!
Tanrı kuldan intikamı kulun eliyle alır
İlm-i Hakk’ı bilmeyenler onu kul yaptı sanır.
O da yalan bu da yalan, var biraz da sen oyalan
Çıktım erik dalına anda yedim üzümü!
Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan
Şerin evliyasıysa hakikatte asidir.
Eline diline sahip ol.
Kendini bil.
Akşamüstü oldu mu tezgâhın üstüne uzunca bir bez serer, tahta sandalyesini de bastanın kapısına
koyar. Tekne kapanmıştır artık. Sonra ‘eyvallah’ eder:
“Bugün bu kadar yeter, Ömer emmi gider.”
Sonra bana döner, başımı okşar:
“Ömer emmi gidiyor dee!”
“Yola çıktı dee!”
Kaynakça: Emir Kalkan, Kanatsız Kuşlar Şehri, Ötüken Neşriyat, 1. basım, İstanbul 2002, s. 52-55.