Page 179 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 179

Dinçer Batırbek | Oğlumun Hikâyesi
            yerinde, tertemiz ve düzenli. Duvarların üzeri ve kitaplığın rafları, biricik oğlumun
            okul formalı, kepli fotoğraflarıyla, başarı belgeleriyle dolup taşıyor. Tekrar gururla
            doluyor içim. “Hele şu okulunu bir bitirsin de…”
               Aceleyle üzerimi değiştiriyorum. Emekli maaşımdan ayırıp, çoraplarımın durduğu
            çekmeceye gizlediğim parayı yanıma alıyorum. “Nevriye, ben çıkıyorum.”
               Beklediğim soru geliyor hemen. “Nereye?”
               “Çarşıya iniyorum. İşim var. Elifler kaçta gelecekler?”

               “Saat altıda burada olurlar. Sakın geç kalma. Gelirken süzme yoğurt al da, ayran
            çırpalım.”

               Yirmi dakika sonra, çarşıdaki eski pasajın zemin katında, beldenin tek kitapçısının
            yaylı kapısından içeri giriyorum. Hemen yanıbaşımızda dev gibi bir şehir bulundu-
            ğundan, kitabevleri pek iş yapmaz burada. Kitap alacak olan minibüse atlayıp, Konak’a
            gider, Bornova’ya gider. Merkezdeki bu küçük dükkân, yalnızca acil durumlar içindir.
               Önce “Türk Edebiyatı – Hikâye” etiketi altındaki raflara bakınıyorum. Ömer Seyfet-
            tin’ler, Sait Faik’ler, Sabahattin Ali’ler, Refik Halit’ler, Orhan Kemal’ler… Gördüklerim,
            yıllar öncesine götürüyor beni. Elif ile Ediz henüz küçük birer çocukken, gürül gürül
            yanan sobanın başına toplaştığımız, uzun kış geceleri geliyor gözlerimin önüne.
            Çocuklarımı dizime oturtup, onlara bu büyük ustaların kitaplarını okuduğum geceler...
            Özellikle Ediz, bu hikâyelerden öyle etkilenir, öyle büyülenirdi ki, ela gözlerindeki
            pırıltı bugün bile hala belleğimde, capcanlı...
               Arkamdan gelen sesle, düşüncelerimden sıyrılıyorum. “Beyefendi, özellikle ara-
            dığınız bir şey varsa bana söyleyin, ben yardımcı olayım.”
               “Hikâye yazmakla ilgili kitabınız var mı?”
               “Elbette var,” diyor çokbilmiş dükkân sahibi, “Dergi de ister misiniz?”


                                                ✥
               “Dede, sen ihtiyar mısın?”

               Dört yaşındaki bir çocuğun böyle varoluşsal bir sorusuna, onu mutlu edecek nasıl
            bir karşılık verilir ki? “Evet,” desem, torunumun gözünden düşmem an meselesi. “Hayır
            değilim,” desem inandırıcı olmayacak, ağarmış saçım ve sakalım, kırış kırış yüzüm,
            tam tersini söylüyor çünkü. Çayımdan kallavi bir yudum alıp, uygun bir yanıt bulmak
            için zaman kazanmaya çalışıyorum. “İhtiyar değilim, yaşım büyük...”
               “Peki, hastalanırsan kim bakacak sana?”


                                                                                    179
   174   175   176   177   178   179   180   181   182   183   184