Page 178 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 178

Emir Kalkan Hikâye Yarışması
            tabağına bozuk para bıraktıktan sonra, kalkıyorum. Masaların arasından geçerken,
            tanıyanlar meraklı gözlerle süzüyorlar beni. Her birine başımla hafifçe selam verip,
            kapıya yöneliyorum.
               Dışarı adımımı atar atmaz, yosun kokulu, taptaze bir hava çarpıyor yüzüme. Bu
            sabah gökyüzü açık, kurşuni bulutlar çekilip gitmişler başımızın üzerinden. Rüzgâr
            da hafiflemiş. Ne var ki, dün yağan kırkikindinin serinliği asılı kalmış havada. Tenime
            değdikçe, hem ürperiyorum, hem de hoşuma gidiyor.
               “Bugün, Nisan’ın yirmisi. Öyleyse, Ediz’in bu hikâyeyi yazabilmesi için bir günü
            var,” diye hesap yapıyorum aklımdan. “Acaba, elinde bir rehber kitap olsa, işi kolay-
            laşmaz mı?”

               Arnavut kaldırımlı dar sokaklardan hızlı adımlarla eve doğru yürürken, solumda
            Ege Denizi’nin ufka doğru uzanan mercan yeşili yüzeyi, karayelin dokunuşlarıyla,
            tatlı tatlı titreşiyor. Kıyıdaki kayalıklardan, bir çift kirli beyaz martı havalanıyor çığlık
            çığlığa. Sahildeki mekânlar, tahta sandalyelerini dükkânlarının önüne çıkararak,
            yoğun geçecek bir gün için hazırlık yapıyorlar. Etrafım, yaşam gailesi içinde, oradan
            oraya hızla akıp giden insanlarla dolu.
               Bu sabah, yüreğim adeta kanatlanmış gibi. Tarifsiz bir coşkuyla doluyum...


                                                ✥
               Kapının arkasından telaşla yaklaşan terliklerin tıkırtısını işitinceye dek, birkaç
            defa basıyorum zile. Bizim hanımın, kapının kolunu sıvanmış dirseğiyle bastırıp
            açmasıyla, beni eşikte görüp paylamaya başlaması, bir oluyor.
               “Anahtarın yok mu senin, Muzaffer Bey? Ne diye çalıyorsun zili? Ellerim kıymalı,
            görmüyor musun?”

               “Kusura bakma, hanım. Acelem var da. Hayırdır? Akşama misafir mi var?”
               “Elifler gelecekler ya yemeğe. Unuttun mu yine?”

               Yüzünde düşüncesizliğimden şikâyetçi olduğunu belli eden, tatsız bir ifade ile
            mutfağa yollanıyor. Cebimdeki gazete ilanını ona da göstermeyi düşünüyorum önce.
            Sonra, vazgeçiyorum. “Bey, rahat bırak artık şu oğlanı, derslerine çalışsın,” diyecek,
            emekli olunca iyice bunalıma girdiğimi, kendime uğraş yaratmaya çalıştığımı sayıp
            dökecek yine. En iyisi, şimdilik hiç bahsetmemek…
               Koridora çıkıp, Ediz’in odasının kapısından başımı uzatıyorum. İçeride değil. Henüz
            okuldan dönmemiş anlaşılan. Yatağı, dolabı, çalışma masası, kitapları, her şeyi yerli



            178
   173   174   175   176   177   178   179   180   181   182   183