Page 143 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 143

Önder Yılmaz | Adın Yûnus Ola!

               Bulduğum bu arayış gitgide korkutuyor beni. Hani şunun şurasında kendimi
            gecenin rüyasının duasına kaptırmayayım dedim ama bu kez hepten sarıyorlar
            etrafımı.
               “Ne korkarsın ölümden

               Korkma, ebedî varsın...”

               Yine o ses ve içimde, bu tek başına yaşadığım şeyle bu kadar içli dışlı oldum,
            desem yalan olmaz. Daha ilk kaldığım gece evin odalarında dolaşırken birden
            bir hû sesi duydum sandım. Hani öyle böyle bir hû değil, sanırsın ağlayan. Öyle-
            sine içten ağlıyor hıçkırıyor ki neredeyse gözyaşlarını sileceğim. Onlarca haneli
            köyde bir ben bir de bu yaşadıklarım varız sanki. Başka kimse taşınmamış gibi.

               Komşu bile yok diye düşünüyorum. Üşenmeden bir oraya bir buraya koşup
            duruyorum. Yok, erenler. Üstelik hû sesi giderek bir inilti hâlini alıyor. Gecenin
            bir yarısı kime gideyim?

               Kendimden arta kalan şeylerin yaşayıp yaşamadığına baktım. Evlerin per-
            delerinin bile olmadığı belliydi. Sanki bir şeyler o pencere önlerinden geçip
            duruyordu. Anladım ki benden başka duyan yok.

               Bu yalnızca benim duyabildiğim bir ses. Olsun bakalım, dedim. Beni din-
            lendiriyor da. Bırak dedim. Korkma. O gün bu gün seslerle aram haddinden
            fazla iyi. İyi ama gel de şu düştüğüm duruma bak. Üstelik dinlenmiyor aksine
            ağırdan ağıra endişelenmeye de başlıyorum. O ses senin, bu ses benim dolaşıp
            duruyorum. Üstelik uykuyu da feda etmişim. Ne yalan söyleyeyim, sesler nere-
            deyse her an farklı bir şekilde geldiği için mi nedir, her an birinin bakışını kapı
            aralığından görmeye başlayacağım, zannediyorum. Hani birisi vazifesi gereği
            ansızın kapının arkasından belirir diye…

               O vakitler evlerin yıkılmaya yüz tutan duvarlarının hiç birinde zamanı elinde
            tutan saat denen aletten yok. Önceden vakti bilenler bu adamlar olsa gerek.
            Onlara bakışımda da ne tuhaftır zaman bu kez su rengindeydi. Zamanı hep
            böyle birbirine benzer anlarda hatırlamak var ya, bir tuhaf oluyorum.
               Televizyondan birkaç kere seyredilen bir filmi bir daha izlemek zorunda
            kalmak gibi bir şeye benzeyebilir. Sesler artık iyice tahammül edilemeyecek
            duruma geldi artık, tamam dedim, buraya kadar. Seslendirmede kahramanın
            kendi duası yerine bu olaya tanık olmuşların gizemli seslerini hatta bazılarının



                                                                                    143
   138   139   140   141   142   143   144   145   146   147   148