Page 145 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 145
Önder Yılmaz | Adın Yûnus Ola!
“Geldi geçti ömrüm benim, şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir, şol göz açıp yummuş gibi. “Unutma bunu!”
Doğruya doğru. Ne diyeyim?
Ortalık sessizleşiyor. Gecenin sesi ağır basıyor. Gün ağarmak üzeredir. Evime
dönerim.
Yorgunum, bitkinim. Bitkinlik bir iş yaptığımdan değil. Hasta olduğumdan
da değil. En çok yol yorgunluğu. Hemen telaşlanma. O vakit doktor bin aylık
yoldan gelir. Dur daha anlatacaklarım bitmedi.
Tam da bunları düşünürken kimsesi olmayanlar gibi görünenler gelip evimi
tavaf ettiler.
O sırada bir ses daha…
Öyle ya sadece akıllılar gelecek değil ya.
Beni ve unuttuğum yolluğumu da alıp Kâbe’ye getirdiler. Yolluğumdan hâlâ
sıcak olan ekmeği ve buz gibi yoğurdu çıkarıp verdim. Onlar da heybeme biraz
hurma ve yeşil renkli balığa benzer bir şey koydular. O esrarengiz hediyelerle
döndüm evime.
Kimse inanmadı Kâbe’ye gidip hediyelerle döndüğüme. Sonraları bana
Kâbe’de hediye verenler döndüğünde, beni orada görüp misafir ettiklerini ve
hediye verip uğurladıklarını söylediklerinde, artık adım veliye çıkmıştı. Yedi
düvel duysun diye adıma Meshli Veli Emre deyip dururlardı.
O meshin şifa verip her derde deva olduğunu öğrendikten sonra çehrem hepten
değişiverdi. Her gün onlarca insan şifa bulmaya, derdine deva aramaya gelirdi.
Molla Kâsım’ın yakınlarından biri olacak ki bir tek o bu meshin hikmetine
inanmazdı. Herkesin bir tarafa sinmiş olmasını. Sanki bu dünyada yalnızca bir
ben ve meshin kaldığını düşünmemi istiyorlar gibi davranılardı.
Yalnızca sesleri var kafamın içinde…
Olsun bakalım, diyorum.
Elbette vardır bir hikmet. Sual edilmez. Görelim mevlam neyler. Neyler ise
güzel eyler.
145